EFLANİ İLÇESİ - ŞENOL SUSOY
  EFLANİ TARİHİ
 

 

EFLANİ TARİHİ
 
Eflani ve çevresi hakkında tarih öncesi dönemlere bakacak olursak; Eflâni’de henüz arkeolojik araştırmalar yapılmamış olduğundan,bu konuda bir görüş beyan etmek ve yorum yapmak doğru olmayacaktır. 1998 yılında İngiliz arkeolog Dr. Roger Matthews başkanlığındaki bir ekip tarafından,Ovacık ve Eskipazar’da yapılan araştırma sonuçlarına göre, Karabük ve çevresinde eski yerleşme erken bronz yani tunç devri ile başlamaktadır.
Eflâni,bu bölgenin en eski yerleşim yeri olsa da, araştırma sonucunu dikkate alacak olursak, eski yerleşme, M.Ö. 3000-2000 yılları arası tunç devridir demek uygun olacaktır.Ancak Eflâni’nin de içinde bulunduğu Paflagonya’nın Gökırmak vadisindeki Daday, Gölköy ve Taşköprü’de Kabataş dönemine ait aletler bulunması,   32 tümülüs, 4 büyük Höyük, ayrıca Safranbolu-Eflâni arasındaki 24 Tümülüs 3 büyük Höyük, Eflâni’de de 30 Höyük,15 Tümülüs ve bir çok yerleşim yerleri dikkate alındığında, Eflani’deki yerleşmenin tunç devrinden (M.Ö. 3000 - 2000) daha öncelere gittiği anlaşılmaktadır.
            Anadolu’nun insanların yaşamına uygun bir bölge olması ve önemli göç yolları üzerinde olması gibi sebeplerden dolayı, tarih öncesi dönemler ve tarih çağları boyunca birçok kavim tarafından istila edilmiş, bu yüzden de birçok devlete ev sahipliği yapmıştır. Bu kavimlerden birisi olan Hint Avrupa kökenli Hititler, Anadolu’ya Kafkaslar üzerinden gelmiş bugünkü Çorum Alacahöyük merkezli bir devlet kurarak Anadolu’ya hakim olmuşlardır. Bu dönemde Hititler, Batı Karadeniz bölgesi taraflarına da hakim olarak Eflani ve çevresine de hakim olmuşlardır.
            Bütün bunları Eflâni’nin siyasi ve idâri tarihini, eski çağlardan günümüze kadar daha iyi anlaşılır şekilde olması için ele alıyorum.Zira Eflâni’nin bilinen tarihi M.Ö. 1400’lü yıllara, (3400 yıl önce) Hititler dönemine dayanmaktadır.
            Nitekim Mehmet Behçet Eflâni için,”Kastamonu vilayetinde bölgenin en eski ve tarihi bakımından en zengin yer burasıdır” demiştir.          
Anadolu birçok kavme ev sahipliği yaptığı gibi birçok kavminde kendi arasındaki mücadelelere de şahitlik etmiştir. Bunlardan biriside Anadolu’ya Mezopotamya’dan gelen Türk kavimleri olarak kabul edilen Kaşgalar ile Hititlerin mücadelesidir. Bu dönemde Anadolu’nun kuzeyinde oturan bu Türk kavmi hakkında ilk yazılı belgeler,Hitit Kralı 1. Arnuvanda (M.Ö. 1440-1420) dönemine ait olduğu için, yer yer Hitit’lerle beraber ele almak daha anlaşılır olacaktır.Zira, Eflani’nin de yer aldığı bu bölge, uzun süre, Hitit-Kaşka mücadelesine sahne olmuştur. Hititler Orta Anadolu’da iken Kaşkalar da onların kuzeyinde bulunuyorlardı. Cesur,savaşçı ve saldırgan bir yapıya sahip olan Kaşkalar, zaman zaman Hitit bölgelerini işgal ediyorlar,devamlı hareket ve savaş halinde bulunuyorlardı. Kaşkalar ile Hititler arasında “bazen Hitit hakimiyetine giren,zayıfladıkları zamanlarda ise Kaşka hakimiyetine geçen ve kendi hakimiyetlerini koruma çabasında olan Pala ile Tummana ve onlara bağlı kentler ve küçük ülkeler vardı.
            Hititlerin başına devamlı bela olan Kaşkalar, Hitit topraklarını istila ederek Nenesa (Niğde)’ya kadar inmişlerdi.Önceki bölümlerde ifade ettiğimiz gibi Hititler, Orta Anadolu’da (Çorum ve havalisi) iken, kuzeyde Kaşkalar ve onların egemenlikleri altında küçük devletçikler vardı. Eflâni ve havalisinde de bu ülkelerden biri olan HULANA ülkesi ve HULANA kenti bulunuyordu.Hitit yazılarında, Boğazköy tabletlerinde yer alan ülkelerden bazıları şunlardır.
            Çorum-Osmancık civarında Pala ülkesi Kastamonu’da Tummana ülkesi,   Daday-Devrekâni-Kastamonu üçgeninde Sappa ülkesi, Araç çayı(saria) yakınlarında Kastamonu- Araç arasında Kassula ülkesi   ve Azdavay- Daday- Eflâni arasında HULANA ülkesi ve Eflâni’de HULANA kenti gibi birtakım kent ve devletlerdir.Ancak yukarıda adı geçen devletlerin bu bölgeye nereden ve ne zaman geldikleri ve hangi dili konuştukları hakkına kesin bilgi yoktur.Bu hususta sadece Pala’ların kullandıkları dilin Hititlere benzerlikler göstermesi   ve devamlı Hititlere bağlı kalmaları,birbirleri ile akraba olduklarının delili olmalıdır.
            Hitit belgelerinde,Kaşkalar’dan m.ö. 1440’larda (3445 yıl önce) ve yukarıda adı geçen ülkelerden,dolayısıyla Eflâni havalisindeki Hulana ülkesi ve Hulana kentinden ise m.ö. 1380’lerde (3385 yıl önce) bahsedilmektedir.Ancak Kaşkalar’ın ve adı geçen ülkelerin, Hitit şehirlerini işgal etmeleri, yıllarca savaşacak siyasi ve askeri birlik oluşturmaları, bu bölgeye m.ö. 1440 yılından daha da önce yerleşerek şehirler kurduklarını göstermektedir.Bu duruma göre Eflâni ve havalisinin tarihini 3500 ‘lü yıllara dayandırmak ve bunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Eflâni ve havalisinde gerek Kaşakalar’dan gerekse Hititler’den bir tarihi kalıntı yoktur.Bu bölgede ve Eflâni’de bu dönemlere ait bilgilerimiz ise Hitit yazılı tabletlerine dayanmaktadır.Eflâni ise,Eflâni- Daday -Azdavay havalisini kapsayan Hulana ülkesi içinde yer almaktadır.Hulana ülkesi ile birlikte bu ülkenin başkent’i olduğu anlaşılan birde Hulana kenti vardır. Hulana kenti ise Eflâni’dedir.Hitit tabletlerinde üç tane ‘Hulana’ adı geçmektedir.
Biri nehir adı Hulana;muhtemelen;
-Devrekani çayı boyunda.
-Ülke adı Hulana, Eflâni, Azdavay, Daday üçgeni içinde.
-Kent adı Hulana ise Eflâni’dedir.
           Hulana ülkesi ve kenti Sappa,Kalasma v.d. ile birlikte,M.Ö. 1380-1345 yıllarında Hitit kralı olan I.Şuppiluliuma döneminde Hitit tabletlerinde adları geçen ülke ve kentlerdir.Bu duruma göre Eflâni’nin yazılı tarihi 3385 yıl önceye dayanmaktadır.Bu tarihte,Eflâni’nin Hulana kenti diye adı geçtiğine göre,kurulu bir kent olduğu anlaşılmaktadır.
           Hitit imparatorluğunun yıkılışından sonra,ön Asya’dan geldiği varsayılan bazı kavimler Anadolu’nun muhtelif yerlerine yerleşmişlerdir. Bu kavimlerin içlerinde Türk kabileleri de vardı ve zamanla müstakil birer devlet haline gelmişlerdi.Bu kavimler Frigyalılar, Lidyalılar, Bitinyalılar, Muşkiler, Komgenler ve Kuzeybatı Karadenize yerleşen Paflagonya’lılardı
Paflagonya, doğuda Halys nehri,yani iç Anadolu’dan gelerek Samsun-Bafra yakınlarından Karadeniz’e dökülen Kızılırmak nehri,kuzeyden Karadeniz,batıdan Bartın veya Filyos çayı ile güneyden Frigya, Galatya sahaları arasında kalan bölgeye denir .Kastamonu,Sinop,Çankırı illerinin tamamının,Bolu ve Zonguldak illerinin kısmen yer aldığı   bölgeye “Helenler” (Yunanlılar) Paflagonya, halkına da Paflagon diyorlardı. Kaynaklarda,Paflagonya’nın batı sınırı, Sangarios (Sakarya) nehri olarak geçse de bu sınırla ilgili kesin bir ifade olmadığı gibi, Parthanius (Bartın) çayı diyenler çoğunluktadır.Kısacası bu sınır farazidir. M.Ö. 63’de yaşadığı bilinen Strabon; “Parthenois (Bartın) nehri çiçekli bölgelerden geçtiği için bu ismi almıştır. Kaynakları Paflagonya’dadır.Parthenois nehrinden sonra Paflagonya ve Enetler gelir”   demektedir.Bundan anladığımız, Paflagonyanın batı sınırının Bartın çayı olduğudur.Bartın çayından sonra o bölgeye en yakın yerleşim bölgeleri,Ulus,Safranbolu ve Eflani’dir.
Daha sonra bu bölgeler buralarda kurulan birçok kavmin istilasına uğramış bir müddet Frigyalılar’ın hakimiyetinde yaşamışlardır. Frigyalılar’ın bu bölgedeki hakimiyeti sona erince Anadolu’ya, Kuzey Kafkasya üzerinden gelen Kimmerler hakim olmuş ve özellikle Paflagonya bölgesi ve Eflani çevresine yerleşmişlerdir.
Kimmerler “bütün Karadeniz sahilini, Kastamonu havalisini” ve dolayısıyla Eflâni’yi işgal ederek Paflagonya’yı merkez edindiler.O dönemde bu yörenin durumu hakkında kesin bir bilgi yoktur.Bununla ilgili olup olmadığı kesin olmamakla birlikte “Safranbolu şehir merkezinde Kımırlar adı ve Eflâni, Müftüler köyündeki Kemerler adı araştırmaya değer bir konudur.
Kimmerlerin ardından Anadolu’ya giren Sakaların,bu yöreye geldiklerini gösteren bir kayıt yoktur.Fakat Herodot’un yukarı Asya dediği Kızılırmağın batısındaki bölgede 28 yıl hüküm sürmüşlerdirBartın ve Safranbolu gibi civar ilçe ve köylerde olduğu gibi Eflani’de de Saka adını taşıyan yerlere bu adların milattan sonraki yüzyıllarda Anadoluya giren Şamanist,Hristiyan yada Müslüman Türk gruplar dolayısıyla verilmiş olması gerekir.Eflâni’de Sakaları çağrıştıran,Acıağaç köyünde Sakamam çukuru,Saka kıranı,Bedil köyünde Sakalar tarlası ve Sakalar gibi yer adları vardır.
Paflagonya ve Eflani çevresi daha sonraları bir müddet sırası ile Lidyalılar, Persler, Büyük İskender’in çıkmış olduğu Doğu seferi sonucunda Makedonya ve Pont Krallığı hakimiyetine girmiş ve M.Ö. 64 yıllarında, Roma İmparatorluğu hakimiyetine girmiştir.
Geniş yetkilerle Anadolu’ya gelen Pompeus,M.Ö. 64 senesi ilkbaharında (2069 yıl önce) Amisos (Samsun)da krallara mahsus bir meclis topladı. Anadolu’da aldığı yerleri,Roma imparatorluğunun eyaletleri haline getirerek,kendi adına kurulan Pompeipolis (Taşköprü) merkez olmak üzere,Çankırı,Kastamonu ve Eflâni’ninde içinde bulunduğu havaliyi kapsayan bir eyalet oluşturdu. Eflâni gibi iç kısımlarda bulunan yerlerin idaresini Playmenes’in soyundan gelen Attolos’a bağışladı.   Prof. Ramsay “Roma komutanı Pompeus’un, Paflagonya’nın içlerinden bir parçayı,Playmenes’in ahfadına vermişti. Lakin bunun nerede olduğu nede hududu bellidir” derken “Galatyanın arkasında,bazılarının, Playmenya” dediği Paflagonya’lılardan bahsedildiğini ancak bir şehir adı zikredilmediğini ifade etmektedir. Prof.Dr. Bilge Umar’da, Amasya ve onun gibi kıyı şehirlerinin İç Anadolu ile bağlantısını sağlayan yol üzerinde bulunan Eflâni için, “savunma kalesi olarak kurulmuştu” derken, kaleyi kuranın Playmenes olduğunu ve bundan dolayı Eflâni’ye, “Pylomenia” dendiğini söylemektedir. Öteden beri derebeyler tarafından idare edilen Paflagonya’nın, iç bölgelerinin idaresi bu dönemde de kral soyu olan Pylaimenes’lerden Attolos’a verilmesi,idari merkezin Eflâni olduğunu göstermektedir. Ancak, Sinop,Çankırı,Kastamonu ve Bartın çayına kadar uzanan ve Eflâni’yide içine alan Paflagonya’nın merkezinin neresi olduğu hakkında kesin bir bilgi yoktur. İdari merkezin gelişen şartlara ve olaylara göre Çankırı, Eflâni v.d. arasında zaman zaman el değiştirdiği görülmektedir. Eflâni ve çevresi,sahip olduğu kültür ve eserler bakımından,bölgenin en eski ve önemli yerleşim yerlerinden biridir. Ayrıca,Eflâni’deki savunma kalesinin Pylaimenes tarafından kurulması, hanedanın burada olduğu,birçok tümülüslerin bu önemli kişilere ait olduğu,ve Eflâni adının,Osmanlı kaynaklarında geçen,(P)aflagon(ya)’dan bozulma “Eflagon” şeklinde olduğu göz önüne alındığında,dönem dönem de olsa Paflagonya’nın idari merkezinin Eflani olduğu anlaşılacaktır. Bu husus çeşitli kaynaklarda sıkça dile getirilmiş bir konudur. Nitekim, M.Behçet, “Eflani kasabası ki eski Paflagonya’nın merkezi olduğu söylenmektedir. Burası dikkat çekici bir yerdir. Kastamonu vilayetinde tarihi en zengin yer fikrimce burasıdır” demiştir. Diğer bir kaynakta ise, “Eflâni,bulunduğu mevkiye nazaran,Paflagonya hükümetinin merkezi imiş. Filhakika,Eflâni mıntıkasından bu rivayeti teyit edecek eserlere tesadüf edilmektedir. Civardaki tümseklerde yani höyük ve tümülüslerde, kadim (eski) şehir harabeleri vardır. Burası Paflagonya’nın merkezidir. Değilse bile,çok mühim şehirlerinden biri olduğundan şüphe yoktur. Eflâni ve civarındaki köylerde tarihi harabelere bakınca,buranın mühim bir medeniyet merkezi olduğu,zamanımıza kadar gelen bu eserlerden anlaşılmaktadır” denmektedir.
            Eflâni’nin tarihi hakkında, bugünkü ilçe merkezinin coğrafya alanına bakılarak inceleme ve yorum yapmak doğru olmayacağı için, köyleri ile beraber değerlendirilmelidir. Böyle yapılmadığı takdirde yanlış yapılmış ve tarihi gerçeğe aykırı düşülmüş olur. Çünkü Eflâni,geniş bir alanın adıdır.Daha önce belirttiğim gibi,54 köyü ile birlikte tamamını gezdiğim ve çoğu köyün arazi ve ormanlarını dolaştığım Eflâni’de,eski yerleşim yerleri, höyükler, tümülüsler, mezar odaları gibi tarihi eserler, çok yoğun şekilde bulunmakta olup, Eflâni’nin, tarihte önemli bir yerleşim yeri olduğunu ve Paflagonya’nın merkezi olduğunu doğrulamaktadır. Bilinen tarihi 3500’lü yıllara,Hititler döneminde Hulana kenti olduğu zamana dayanan Eflâni’nin,tarihi kaynaklarda adının az geçmesi ve C.Texier’in “Paflagonya çok dar sınırlar içinde kapalı olması bakımından, tarihinde önemli bir yeri yoktur” demesi bu bölgenin ve Eflâni’nin önemsiz olduğu anlamına gelmez. Bu yoruma verilecek cevap ise, “tarih için çok önemli olmasına rağmen,yeterli araştırma ve inceleme yapılmamıştır”, şeklindedir. M.Ö. 64 yılında (2069 yıl önce) doğduğu söylenen gezgin Strabon,Paflagonya’dan bahsettiği bölümlerde, “Pompeipolis(Taşköprü)den sonra batıya doğru, Paflagonya’nın iç kısmı gelir” derken, iç kısımlarda bulunan Azdavay, Daday ve Eflâni gibi bölgelerden söz edeceğim demesine rağmen söz etmez ve Bartın,Sinop gibi kıyı şehirlerinden bahseder. Buda,  Strabon’un deniz yolu ile gezdiğini göstermektedir. Eflâni’nin Yalacık ve Çalışlar mahallelerindeki tümülüsler ile diğer yerlerdeki tümülüsler ve Ovaşeyhler köyündeki kısmen tahrip edilmiş tonozlu iki odadan oluşan mezar, muhtemelen Paflagon derebeylerine aittir. Roma dönemi kalıntıları ise, Ova bölgesindeki kabartma taşlar, kaya mezarları ile birlikte Eflani’nin hemen her köyünde Roma dönemi kasaba ve köy harabelerine rastlanmaktadır. Ovaşeyhler köyündeki tümülüsten çıkan tavanı tonozlu, (oval) ve birbirine geçilen iki odadan oluşan mezar,maalesef defineciler tarafından tahrip edilerek soyulmuştur. Yan duvarlarının altlarına konulan enli ve büyük taşların,yukarıya çıktıkça daraltılmak suretiyle yapılan mezar odalarının bulunduğu tepe,Girit -Trakya tümülüslerine benzemektedir. M.ö. 400-500 yıllarına ait olduğu sanılan bu tarihi eser, güzel bir mimariye sahiptir. Yaptığım araştırmada, ölü sedirinde bir ceset olduğu,karşı duvarda, yeri belli olan bir kadın resmi bulunduğu şeklindedir
            Paflagonya bölgesi denilen bölge içerisinde bulunan Eflani’nin bu bölge içerisindeki önemine baktığımız zaman; çeşitli devletler tarafından işgal edilen Paflagonya,yerli beylerin etrafında bağımsız ve yarı bağımsız olarak idare edilmiş, çevredeki güçler tarafından her zaman alınmak istenmiştir. Paflagonya arazisi dağlık olmak la birlikte,Kızılırmağın doğu tarafındaki araziden aşağı değildi. Hem Sinop’tan Bitniya’ya kadar uzanan kıyının gerisindeki ormanların,Gemi yapımı ve Mobilya için çok elverişli olduğunu,bundan yaklaşık 2000 yıl önce yaşamış olan Strabon’dan öğreniyoruz. Hatta Pont krallığının donanmasının yapımında bu bölgenin ormanlarının dev cüsseli çam ağaçlarından yararlanılmıştı. Pont krallığından sonra bölgeye hakim olan Roma,aynı avantajı kullanarak,hem donanmalar kurdu, hem de kereste ticareti yaptı. Diğer bölgeler gibi Eflâni’nin civar ve kuzey ormanlarıda o günden bugüne kadar önemini muhafaza etmiştir.“Ağaç denizi”olarak adlandırılan Karadeniz’in kuzeybatı bölümünde bulunan Kastamonu,Karabük,Zonguldak,Bartın ve Eflâni ormanları bu cümledendirler.
         1730’lu yıllarda Eflâni’yi ve bazı köylerini gezen Ulus’lu İbrahim Hamdi Efendi,Eflâni’nin 30km.kuzeyinde Ulus-Pınarbaşı-Safranbolu ilçe sınırındaki Akçakese ve Ova köylerinin geçim kaynakları arasında olan Gökbeli ve Uluyayla ormanları için, “Gökbil ve Uluyayla’nın kerestesi,Devlet-i âliye’ye değil dünyaya vefa eder. (yeter) Deryayı bi-nihaye (sonsuz ağaç denizi) dağlardır” demektedir. Ayrıca Osmanlı Salnamelerinde,bugün Eflâni sınırlarında olan,Daday,Araç,Safranbolu ormanlarındaki ağaç türleri hakkında malumat verilerek kerestesi için, “Dersaadette (İstanbul) pek makbuldür” diye geçmektedir. Aynı zamanda tarım arazisi bakımından oldukça verimli olan Paflagonya toprakları, Hititler döneminde olduğu gibi bu dönemde de tarım ve hayvancılığa elverişli arazilerdir. Nitekim, İbrahim Hamdi, Eflâni için,“Her haftada etraftan gelüp,develer ve katarlar ile zahire almaları ile ekser kârları ekindir”   derken 1836 yıllarında Eflâni’yi gezen William Francis, “Eflâni yaylasında ekili araziler çoğunlukta arpa, buğdaydır. Gerçekte Anadolu’daki ülkelerin (yerlerin) en çok üretenleri arasında sayılabilirler” demektedir.
            Paflagonya bölgesi M.Ö. 64’lerden sonra, Roma İmparatorluğu hakimiyetine girdiğini söylemiştik. Özellikle Paflagonya bölgesi içerisinde bulunan Eflani ilçesi de bu dönemlerde Roma hakimiyeti altına girmiştir. Eflani ve çevresinde bunu kanıtlayacak birçok eser günümüze kadar ulaşmıştır. Şimdi Eflani ve çevresinde bulunan Roma kalıntıları hakkında biraz bilgi verelim;    
            Roma’nın, Eflâni’de günümüze kadar kalan,bina,yol ,köy, kasaba gibi o dönemden kalma höyük ve harabeler, kaya mezarları, kabartmalar,sütun altlıkları ve heykel altlıkları gibi eserler vardır. Roma dönemine ait eserlerin bulunduğu başlıca köylerimiz, Soğucak, Ovaçalış; Esencik, Çavuşlu, Alpagut, Aday,Çamyurt, Güngören,Acıağaç,Demirli-İnciğez ve Gökgöz’dür. Esencik köyündeki saray tepesi,150-200m.uzunluğunda 50-60 m. genişliğindedir. Güney eteğinden üzerine doğru kazılmış olan tepenin etrafında,kaçak kazılar sonucu tahrip edilmiş vaziyette moloz  taşından harçla yapılmış bina temelleri ve kapı girişleri belli olan,4m.ye 5m.odalar mevcuttur. Ayrıca bu bölgeden çıktığı söylenen madalyon kabartmalı üçgen alınlığın yarısı kırıktır. Bu özellikleriyle bir şatoyu andırmaktadır. M.S.I. yüzyıl ile II.yüzyıla (2000-1900 yıl önce) ait olduğu sanılan bu yapının önemli bir kişiye ait olduğu açıktır. Bu höyüğün hemen yakınındaki tarihi Saray çeşmesinin Kapdaş dedikleri havuzundandan  buraya su kanalı gitmektedir.
 
            Yücek Tepe
            Çavuşlu köyünün hemen batısında,Gebeler (cevizli)mahallesinin hemen güneyinde 50-60m.yüksekliğinde olan Yücek Tepe, Roma döneminden kalma bir hisardır. Tepenin üzerinde kesme ve moloz taştan oluşan 15 adet civarında çakıl tepeler ve avlu misali taş yapılar vardır. Çeşitli yerlerinden kazılmış olan Yücek tepenin kerpiç evsafı,Roma dönemi izlerini taşır. Tepenin vaziyetinden bir hisar olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim bu havaliden Çamyurt havalisi arasındaki bölge tarihi bir alandır. Yücek tepeden çıktığı söylenen ve köy meydanındaki Grekçe yazılı iki mezar taşından birinde.“ bu mezara kim zarar verirse,kim üstüne ölü gömerse,Roma mahkemeleri onu cezalandırır” demektedir. Roma köylüsüne ait olan bu mezar taşı,kısmen okunabilmiş ve M.Ö. II.yüzyıla (1900 yıl önceye) ait olduğu ifade edilmiştir.
 
            Çeç Tepe
            Alpagut köyünün Zahranlı ve Hıdırlı Mahalleleri arası irili ufaklı höyüklerden oluşmaktadır. Burada bulunan Çeç tepe ile aynı adı taşıyan, Çankırı-Atkaracalar’da Çeç tepesi, Tosya, Papazönünde Çeç tepesi, Eskipazar’da Çeç tepesi v.d. gibi Çeç adlarında, höyükler vardır.İki mahalle arasındaki bu bölge, tamamen Roma yerleşim yeri olup,kasaba konumundadır. Nitekim bu bölgeden çıkan Grekçe yazılı mezar taşlarına göre, bölgenin tarihi, M.Ö. I. Yüzyıla kadar dayanmaktadır.
Aday, Çamyurt Yöreleri
Aday köyündeki Asar kaya denilen yerdeki soyulmuş ve tamamen tahrip edilmiş mezar odası, Aday- Şükrüşeh arasında Ğavur yeri denilen bina yerleri, kaldırım ve yolları belli olan büyük yerleşim yeri, heykel altlığı ve başı kırık Arslan heykeli Roma dönemi eserleridir*.ayrıca köy çevresinde kerpiç ve kerpiçten ev eşyaları kırıkları, tümülüs ve höyükler vardır.
 
Tasmana Havalisi
Halk arasında Aşağı Tasmana Yukarı Tasmana olarak bilinen Çamyurt , Çörekli köyleri ve civarında eski yerleşmelerin izleri görülmektedir. Her iki köyün içinde bulunan Dibek taşı olarak kullanılan süslü sütun altlıkları, mezar taşları, Tümülüs ve höyükler, kesme ve moloztaştan bina kalıntıları ve 10-15 hane arasında değişen birbirine yakın üç tane Roma köyü harabesi vardır. Bu havalide Roma döneminde önemli bir yerleşim yeri olduğunu gösteren önemli eser ise Grekçe yazılı mezar taşıdır.Çörekli köyü yakınlarından çıktığı söylenen ve bir süre Çamyurt köyü meydanın da kaldıktan sonra muhtemelen 1945-1953 yılları arasında bugün bulunduğu Kastamonu müzesine kaldırılan mezar taşındaki yazı şöyledir. “Avukat Dimitrios Krinini burada gömülüdür.”Ayrıca Pınarbaşı’nın Çamkışla (Erkemle) köyü Beyne mahallesi ile Tasmana havalisi aynı coğrafyayı paylaşmaktadır. Beyne mahallesindeki Kız kayası denilen mihrabın Paflagonya dönemi eseri olması, bu bölgenin tarihinin Roma’dan daha’da önceye dayandığını gösterir. Kaya’ya oyulan ve mihrap denilen bu eserler “ Yunan tanrısı gökler ilahı! Zeus’a atfen yapılır ve buna tapılırdı.” Milattan önce 850’lilerde ( 2852 yıl önce ) yaşadığı kabul edilen Homoros’un İlyada destanında Yunan tanrısı Zeus geçtiğine göre, bu tür inançların varlığı meseleyi aydınlatmaktadır. Ayrıca Tasmana olarak bilinen bu havalinin Hitit dilinde “ ana tanrıçanın kalesi” anlamına gelen “Das-imana” ismi ile birebir benzerlik göstermektedir. Bir diğer tarihi eser ise, kaya oyulmuş vaziyette olan değirmene benzer yapıdır. Bu duruma göre bu civarın tarihi Roma ve öncesine dayandığı gibi önemli bir yerleşim alanıdır.
 
            Ova Yöresi
            Daha öncede belirttiğimiz gibi Roma dönemi yerleşim yeri diyebileceğimiz bölgelerden biri de Ovaçalış, Kutluören , Dendek, Gaze havalilerinin yer aldığı Ova bölgesidir. Ovaçalış kayasındaki kaya mezarı, Dendek kaya mezarı, Gaze höyükleri ve Tümülüs ile kerpiç yoğunluğundan oluşan eski yerleşim yerleri ve yer adları , bölgenin Roma ve öncesinde önemli yerleşim yeri olduğunu işaret ederler. Nitekim bu civarda bulunan “ kraliçe tahta oturuyor” kabartmalı resimli taş Roma dönemi II.yüzyıla (1900 yıl önce ) aittir.
Bölgede yaptığım araştırmada ve gezide, tarihin eskilere dayandığını gördüm. Nitekim Kavutoğlu Mahallesi yakınlarındaki dağlık bölgede bulunan, halkın ‘Ürüs Köyü’ dediği eski yerleşim yeri bunlardan biridir. Ancak devamlı olarak kaçak kazılar nedeniyle tahrip edilmektedir. Ürüs adı üzerine yaptığım araştırmada bu adın, eski Türklerde bir bey adı olduğuna rastladım. Nitekim Ürüs Kağan, Oğuz Han zamanın da yaşamış bir bey olup Urum Kağan’ın kardeşidir.
          Muhtemel Roma dönemi yerleşim yerlerinden biri de Demirli köyü İnciğez Mahallesidir. Burada büyükçe bir höyük, 14-15 merdivenli kaya tüneli , kesme blok taşlardan oval biçimde yapılmış sarnıç’a benzer yapı , kaya evleri,mezar odası ve yapı kalıntıları Roma dönemi eserleri olmalıdır. Ayrıca Güngören köyündeki Arslan heykeli ve önemli bir kişiye ait olduğu sanılan bina sütunları ile Çal köyündeki yan yana iki adet mezar odası ve birçok yapı kalıntısı bu köylerimizin ve dolayısıyla Eflani’nin tarihine ışık tutmaktadır.
 
Gökgöz Köyü Yazılı Taş
Romanın bölgede bıraktığı önemli izlerden biride Grekçe yazılı kitabedir. Bu bölgeye ilişkin önemli bilgilerin yer aldığı bu kitabe, Daday’a bağlı Aktaştekke köyünün Meyre mahallesinde bulunan halkın kilise dediği yapıya aittir. Bugün Gökgöz köyünde bir vatandaşın avlu duvarında duran kitabeye göre bu yapı bir mabettir.Hıristiyanlığın Anadoluda hızla yayıldığı Roma İmparatoru Caralla döneminde yapılan (M.S.211-217) bu mabed’in kitabesinde “ hayırlı olsun. Atalarının taptığı tanrı olan Zeus Benitamos’a müdür olan, atadan kalma kabile reisliğini alan, mukaddes yerleri kurmuş, hususi has ve birinci memur olan ve bu mabedin temelini atan arımios deyi bilinen Gaios’un Oğlu Markos Aurellios Alexandros’dur. O kabile reisi, Pontos eyaletinin (o dönemde bu bölgeyi de kapsayan Roma eyaleti) başrahibi olup itibarlı Amastris (Amasra) şehrinin en büyük memuriyetini icra etti. Mukaddes Antonyus tarafından şöhret gördü. Nihayet Aurellios Aleksandros 279 yılında mabed’i yaptı,” demektedir. Bu kitabe’ye göre,bu mabed’in Roma imparatoru Caralla zamanında rahip Gaios(Gayos) temeli atıldığı ve inşaatın da ,onun oğlu İskender tarafından M.S 279 tarihinde (1726 yıl önce) tamamlandığı anlaşılmaktadır..Bu yapı, kilise değil de, o dönem inanışına göre tanrı! Zeus’a atfen yapılan bir mabettir.
Nitekim bu dönemde hızla yayılan Hiristiyanlık giderek taraftar bulmaya başlamış, Roma ve Romalılar çok tanrılı dinlere gösterdikleri hoşgörüyü, Hiristiyanlık’tan esirgemişler ve bu durum imparatorluğun her tarafında kanlı olaylara sahne olduğu gibi iki inanç arasındaki çarpışmalar memleketi buhrana sürüklemiştir. “İmparator l.Consantiyanus (M.S. 306-337) zamanında Hiristiyanlık serbestlik kazanmış ancak bu tarihten sonra olaylar tam tersine işlemiştir. Zıra Roma imparatorları, bu sefer’de Hiristiyanlığı cebren kabul ettirmek için halka her türlü zulmü reva görünce isyanlar baş gösterdi. “İmparator Constantin , 330 yılında başkenti İstanbul’a taşıdı ve 395 yılında imparatorluk , Doğu Roma ve Batı Roma olmak üzere ikiye ayrıldı. Batı Roma imparatorluğu ise kısa bir süre sonra Germen kavimlerince yıkıldı.
            Roma İmparatorluğu, ikiye ayrıldıktan sonra Anadolu ve çevresi İstanbul merkezli olan Bizans İmparatorluğu hakimiyetine girmiş ve yine Eflani ve çevresi de Bizans İmparatorluğu hakimiyeti altında varlığını sürdürmüştür.Bizans dönemine ait kalıntılar da yine Eflani ve çevresinde mevcuttur. Bu kalıntılara bakacak olursak;  Akören köyünde Bizans dönemine ait moloztaştan yapı kalıntıları ile yeni bu döneme ait 12 adet Bakır sikke ve Demir Balta bulunmuştur. Aynı zamanda bu köyde antik dönemden kalma bir yol bulunmaktadır.
            Halkevli köyünde muhtemelen kilise kalıntısı olan sütunlar, sütun altlıkları ve başlıkları ile haç ve çiçek motifli taşlar Bizans dönemi eserleridir. Milattan sonra 5.-6. yüzyıla ait olduğu sanılmaktadır. Bununla birlikte Bizans döneminden kaldığı sanılan yer adları da araştırmaya değerdir. Abakolu, Kavak, Kıranköy, Saraycık, Çengeller, Alpagut , Kocacık Acıağaç, Pınarözü ve Emirler Köyündeki Manastır, Kutluören de Samat Pınarı gibi yer adlarıdır.
Bu durum Türklerin Anadolu topraklarına gelinceye kadar devam etmiştir. Bölge bir dönem Arap istilası altında kalsa da yinede Bizans İmparatorluğu sınırları içerisinde varlığını devam ettirmiştir.
            Türklerin Anadolu’ya gelmeleri 1000 yılından itibaren başlamış olmakla birlikte düzenli olarak yerleşmeleri ve burayı yurt edinmeleri 1071 Malazgirt savasından sonra olmuştur. Zamanla Anadolu ve çevresine gelip yerleşen bir takım türk boylarıda kavimler göçü sonrasında Anadolu da Bizans hakimiyeti altında yaşamışlar hatta diğer kuvvetlere karşı Bizans ordularında paralı asker olarak görev yapmışlardır. Fakat bu durum 1071 yılında yapılan Malazgirt savaşında, Bizans saflarında çarpışan bir kısım Türk boylarının Alparslan’ın ordusuna katılması ile Bizans imparatorluğu büyük bir yenilgi almış ve böylece Anadolu’ya Müslüman Türklerin kapıları açılmış oldu.
            Malazgirt savaşına Bizans ordusu saflarında katılan Uz (Oğuz) ve Peçenek Türklerinin başındaki beyin adı eski bir Türk adı olan Tamış’tır. Bölgemizde Eskipazar’a bağlı Tamış’lar köyü ile Eflani‘nin Kutluören köyünde Tamış mahallesi , Karacapınar ve Gelicek köylerinde Tamış yer adları şüphesiz bu “Tamış” ile ilgilidir. Eskipazar ve Eflani’de Tamış adında köy , mahalle ve yer adlarının olması, Malazgirt savaşından önce “yörede ilk Türk yerleşmesinin Eflani’de ve Eskipazar’da olduğunu gündeme getirmektedir. Nitekim Ovaçalış ve Kutluören bölgelerinde bir Tamış beyliğinden söz edilmektedir.Bizans tarafından bu bölgeye yerleştirilen Tamış Türklerinin, Malazgirt savaşına gittikleri söz konusudur.
            Malazgirt harbinden sonra Türkistan ve Horasan gibi yerlerden dalga dalga Anadolu’ya gelen Türk boylarının amacı işgal değil, kendilerine yurt bulmaktı. Sultan Alparslan, kumandanı Kutalmışoğlu Süleyman Şah’a , Anadolu’nun fethini emretti. Kutalmışoğlu  Süleyman Şah bütün Anadolu’yu fethetmiş, Üsküdar’a kadar ilerleyerek boğazın karşı yakasından Bizans başkenti İstanbul’u seyretmişti. Alparslan’ın ölümü ile yerine geçen Melikşah , büyük Türk Hakanı sıfatıyla , Anadolu’yu Süleyman Şah’a verdi. Süleyman Şah 1075 yılında İznik başkent olmak üzere Anadolu Selçuklu devletini kurdu. Bu dönem Anadolu Selçuklu devleti ile Bizans arasındaki sınır, bugünkü Kartal-Pendik’e kadar ulaşmıştı
Safranbolu ve dolayısıyla Eflani ile ilgili bu döneme ait kayıt 1074 yılındadır. O yıl Amasya’dan , Kastamonu ve Ereğli üzerinden İstanbul’a gitmekte olan ve daha sonra İmparator olacak olan Bizanslı general Aleksios Komnenos’un birlikleri , yörede bulunan Türklerin pususundan zor kurtuldu. Bu olay , Türklerin tam hakimiyet kuramamış olsalar bile yöreye yerleştiklerini göstermektedir. Bu bölgede görülen ilk Türk Emiri , Anadolu Selçuklu devletinin kurucusu Süleyman Şah’ın komutanlarından olan Emir Karatekin’dir “Emir Karatekin, 1082 tarihinde Çankırı’yı fethettikten sonra 1084’de Sinop’u da alarak bu havalide kısa bir müddet dahi olsa hüküm sürmüştür. Aynı dönemde iç bölgelere yönelen Emir Karatekin , Eflani, Ulus, Bartın hatta belki de Devrek yörelerini önemli bir engelle karşılaşmadan aldı. Müphem bir bilgiye göre , Sinop, Çankırı, Kastamonu, Safranbolu ve Eflani’yide kapsayan bir Türk Emirliği kurdu. Eflani şatoları ve Germia kalesi Türkler tarafından birer birer alındı. O dönemde Bizans devleti çok dar sınırlar içinde kalmış ve yıkılmak üzere idi. Zira Bizans , Avrupa’ya komşu olan batı sınırları boyunca Peçenek ve Kuman Türkleri tarafından, doğu sınırlarının uzandığı Asya yönünde ise Selçuklu Türkleri ve onlara bağlı Çaka Bey’in donanması tarafında tam bir kıskaca alınmıştı. Bizans’ın Asya’daki sınırları Pendik’te , batıdaki sınırları da Edirne’de bitiyordu. Ancak 1081 -1118 yılları arasında Bizans imparatoru olan Aleksios Komnenos , izlediği usta siyasetle Bizans’ın ömrünü üç buçuk asır (1453’e kadar ) uzatmayı başardı. İmparator Komnenos , uyguladığı sinsi siyasetle ilk önce Volga ırmağından Balkanlar’a sarkmış olan Kuman Türklerini yanına çekti. Bizans-Kuman ittifakından oluşan ordu, Trakya boylarında yaşayan Peçenek Türklerini “29 nisan 1091’de Edirne,Enez civarındaki Lebounion harbinde çoluk çocuk kıyıma uğratarak tarihten sildi. Bizans’ı sağlama almak için her türlü hile ve entrika’ya başvuran İmparator Aleksios Komnenos yine bir hile ile Emir Karatekin’in fethettiği Kastamonu , Çankırı, Sinop bölgelerini geri almayı başardı. Aleksios Komnenos bir hile ile Selçuklu Sultanı Melikşah’ın gönderdiği Siyavuş adındaki elçiyi kendi tarafına çekti. Siyavuş, Sultan Melikşah’ın ağzından düzenlediği ve bölgede fethedilen şehirlerle , ele geçirilen Bizans hazinesinin geri verilmesini emreden sahte mektubu , Emir Karatekin’e vererek onu ikna etti ve bölge terk edildi.
1096 yılındaki haçlı seferi, sarsıntı geçiren Anadolu Selçuklu devletini zaafa uğrattı. Kuzeybatı Anadolu’ya yerleşen Türkmenler için sıkıntılı günler başladı. Bizans , Sinop’tan İstanbul’a kadar bütün Karadeniz kıyılarını alarak Samsun’a kadar ulaştı. Bu sırada tahta geçen Bizans İmparatoru Loanis Komnenos bu bölgeye yaptığı seferler sonucunda , stratejik konumu olan Eflani şatosunu geri aldı.
            Eflani ve çevresi bir müddet Anadolu Selçuklu Devleti’nin iç karışıklığından yararlanarak kurulan Danişmentlilerin hakimiyeti altına girmiş ( 1129-1142) yılları arasında bölgeye Danişmentli Beyliği hakim olmuştur. Daha sonraları ise Anadolu Selçuklu Sultanı II. Kılıçarslan tekrar Anadolu türk birliğini sağlamaya yönelik çalışmaları sonucunda Kastamonu ve çevresini tekrardan Selçuklu hakimiyetine girmiştir.
            Bölge bir müddet daha sonraları Kastamonu ve çevresine yerleşen Çobanoğulları Beyliği hakimiyetine girmiştir. Çobanoğulları Beyliği 1211 yılından sonra bu bölgede hakimiyet sürdürmüş ve Bizansla da mücadele etmiştir.
            Moğolların (ilhanlılar) sebep olduğu Anadolu’daki kargaşadan ve siyasi belirsizlikten Çobanoğulları beyliği de etkilenmiş , bu beyliğin Karabük ve çevresindeki etkinliği 1280 yıllarında sona ermişti.
            1243 yılında Anadolu Selçuklu devletinin Moğol( ilhanlı ) devleti ile yaptığı savaşı kaybetmesi üzerine Anadolu türk birliği tekar bozulmuş ve Anadolu da yeniden beylikler döneminin yaşanmasına neden olmuştur. İşte bundan dolayı da Kastamonu ve çevresi Kösedağ savaşından sonra Candaroğulları Beyliği hakimiyetine girmiştir. İşte Eflani ve çevresi de bu beyliğin merkezi olmuştur.
            Candaroğulları ailesinin isim babası ve beyliğin kurucusu Şemseddin Yaman Candar’dır. Şemseddin Yaman Candar 1291 yılında , Geyhatu tarafından Eflani merkez olmak üzere Kastamonu’ya vali tayin edilmiştir. Bu duruma göre Candaroğullar Beyliğinin kuruluşu 1291-1292 yılıdır, demek doğru olacaktır.
Candarlar, saray ve hükümdar muhafızı olarak görev yaparlardı. Tutuklanacakları tutuklarlar , idam hükmü giyenleri idam ederlerdi. Selçuklu zamanında da aynı vazifeyi gören Candarlar , saraya mensup Umeradandırlar. Candaroğlu beyi Şemseddin Yaman Candar Eflani’de iken , Kastamonu’da, Çobanoğlu Mahmut beyin elinde bulunuyordu. Şemseddin Yaman Candar, her tarafa güçünü göstermiş fakat, Mahmut beye güçünü yetirememişti. Bu yüzden Şemseddin Yaman Candar’ın hakimiyeti yaşadığı müddet içinde Eflani ve çevresi ile sınırlı kalmıştır. Ancak tarihi kaynaklarda , Şemseddin Yaman Candar’ın öldüğü tarihle ilgili kesin bir bilgi yoktur.
Şemseddin Yaman Candar’ın ölümünden sonra , oğlu Süleyman Paşa Eflani’de beyliğin başına geçti. Süleyman Paşa’nın beyliğin başına hangi tarihte geçtiği bilinmemekle birlikte “1309 yılından önce bey olduğu genelde kabul edilmektedir.”Süleyman Paşa beyliğin başına geçtiğinde, Kastamonu, Çoban ailesinin son emiri Mahmut beyin elinde bulunuyordu. Bu nedenle Süleyman Paşa bir müddet Eflani’de oturmak zorunda kaldı. Ancak Süleyman paşa ,  Kastamonu’yu almak ve beyliğin sınırlarına genişletmek istiyordu. Süleyman paşa’nın Kastamonu’yu alması ile ilgili Yazıcızade Ali’deki kayıt, meseleyi aydınlatmaktadır. Şöyle ki “Bu tarihte Candaroğlu Süleyman Paşa ki Kastamonu havalisinde timarı olan 366 sipahiden biri idi. Gördü kim Rum , Selçukilerden hali( itaatsız) oldu ve uc’larda her tarafta duran beyler başlı başına bey olup , Tatar’a bir kolay nesne gönderiyorlar ve yerli yerinde hükm iderler. Ol dahi Eflugan tarafındaki timar anda (Süleyman paşa ) idi. Türkleri devşirüp çeri edünüp (Türklerden bir sürü insan toplayıp) Kastamonu’ya çıktı. Bir gece alelgafle Kastamonu Subaşı’sı Muzaffereddin Yavlak Arslan’ın oğlu Mahmut beyin sarayını ortaya alıp muhasara etti. Mahmut beyi tuttu. Mecal vermeyüp depeledi. Kastamonu’yu ve borlu kalesini, o zamanda zalifre(Safranbolu)  dirlerdi aldı.
İşte bu hadiseden sonra Süleyman Paşa beyliğin merkezini Eflani’den Kastamonu’ya nakletti. Sinop Emiri Gazi Çelebi’nin 1322’de ölümü üzerine Sinop’u da alan Süleyman paşa 1326’da Safranbolu’yu alarak sınırlarını genişletti. Kaynaklarımızda, Süleyman paşanın İlhanlılara tabi olduğu , 1335 yılında İlhan Said Bahadır Han’ın ölümü ile Moğolların Anadolu’daki otoritesinin çökmesinden sonra , bağımsız bir bey olduğu ifade edilmektedir. Eflani, Candaroğulları beyliğinin temellerinin atıldığı yer olarak , bu beyliğe 17 yıl merkezlik yapmıştır.
Süleyman Paşa, Candaroğlu beyi olarak , eski Türk Devleti anlayışı gereği , aldığı yerleri oğulları arasında bölüştürdü. Sinop’a İbrahim beyi , Safranbolu’ya da Ali beyi atadı. Candaroğulları , tarihi kaynaklarımızın bazılarında , İsfendiyaroğulları ve Kızılahmetli gibi adlarla anılmış olsa da, bir karışıklığa meydan vermemek ve tarihi meseleleri iyi kavramak açısından “Candaroğulları” olarak ifadelendirmek doğru ve yerinde olacaktır. Eflani’de kurulan ve gelişen , en uzun beyliklerden biri olan Candaroğulları, 1461 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından Osmanlı topraklarına dahil edilinceye kadar zaman zaman Osmanlı devleti ile mücadeleler yapmıştır. Bunların en önemlileri arasında Candaroğulları Beyliğinin başına geçen Kötürüm Bayezıt döneminde yaşanmıştır.
1361 yılında Adil beyin ölümünden sonra Candaroğlu beyliğinin başına Kötürüm Beyazıt geçerken , aynı dönemde Osmanlı devletinin başında, Murad Hüdavendigar bulunuyordu. İki beylik arasındaki çekişmeler bu dönemde başlamıştır. Kötürüm Beyazıt , beyliğinin ilk dönemlerinde Osmanlılarla iyi geçinmek gayretinde idi. Hatta Murad Hüdavendigar, oğlu Yıldırım Bayezit’i, Germiyanoğlu Süleyman şahın kızı Sultan Hatun ile evlendirdiği Bursa’daki düğüne , elçi ve hediye yollayan beyler arasında Candaroğlu da bulunuyordu
           Osmanlı Beyliği’nin batıda büyük fetihler yapması ve savaşlar kazanması Kötürüm Bayezıt’ı tedirgin etsede sonuçta Osmanlı Devleti ile giriştiği mücadeleyi kaybetmiş ve beyliği Kastamonu ve Sinop olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Daha sonraları Candaroğullarının başına geçen II.Süleyman Paşa geçmiş, fakat o da Yıldırım Bayezid ile giriştiği mücadeleyi kaybetmiş, Candaroğulları Beyliği ve merkezi, Osmanlı hakimiyetine girmiştir. Bu durum 1402 yılında yapılan Ankara Savaşı’na kadar devam etmiştir.
            Osmanlı Devletinin, Eflani’nin de içinde bulunduğu Kastamonu’ya kadar uzanan bölgedeki hakimiyeti , Yıldırım Beyazıt’ın 1402’de Ankara savaşında Timur ordusuna yenilmesiyle sona erdi. Bu savaşta Yıldırım Beyazıt , Timur’a esir düştü ve sonra öldü. Çünkü, Osmanlı tarihinde fetret dönemi olarak adlandırılan Ankara savaşından sonraki yıllar, Şehzadelerin Osmanlı tahtı üzerindeki hak iddialarından çıkan kavga, Anadolu’da başı bozukluğa ve kargaşaya sebep oldu. Bu durumu fırsat bilen ve Sinop’a sıkışmış vaziyette olan Candaroğlu İsfendiyar Bey , Timur’a bağlılığını bildirmiş, Timur’da İsfendiyar Bey’e eski toprakları ile Kastamonu , Çankırı ve Kalecik’i vermişti. Eflani’de 1402 yılından sonra yeniden Candaroğlu eline geçti. Bu karışık dönemde, devleti derleyip toparlayarak bir nizam getiren ve Osmanlı devletinin ikinci kurucusu olarak kabul edilen Çelebi Mehmet “İsfendiyar beyin oğlu Kasım beyin isteği üzerine ,İsfendiyar beye bir mektup göndermişti. Çelebi Mehmet gönderdiği mektupta “karındaşım Kasım burada kalıp , ben dahi vilayetinden timar sadaka ettim. İmdi sen dahi Tosya’yı , Kengırı ve Kalecik’i ve Kastamoni’yi ve Bakır Küresini ver” dedi. Bu durum üzerine İsfendiyar bey , istenilen bu yerleri oğlu Kasım beye vermek istemediğini , ancak, istemesi durumunda padişahın kendisine vereceğini bildirince , Çelebi Mehmet bu teklifi kabul ederek Ilgaz dağını sınır tayin etti. Çelebi Mehmet, İsfendiyar bey tarafından Osmanlıya terk edilen bu yerleri , Osmanlı hizmetine girmiş olan Kasım beye verdi. Bazı kaynaklarda , bu duruma savaşla gelindiği “1416 yılında Çelebi Mehmed’in ordusu ile Candaroğlu üzerine yürüdüğü ve Kastamonu’ya kadar vardığı ifade edilmektedir. Bu durumdan anlaşıldığı üzere , Eflani 1416 yılında olan gelişmeler içinde Osmanlıların eline geçmiştir. Çelebi Mehmed’den sonra Osmanlı tahtına II. Murad geçti. Bu saltanat değişikliğinden istifade etmek isteyen Candaroğlu İsfendiyar bey “ Osmanlı topraklarından Taraklı Borlu’ya (Safranbolu) saldırdı. Bunun üzerine sultan II. Murad. Ordusunu toplayarak Yenişehir’e vardı. İki ordu Bolu önlerinde karşılaştılar. 1423 yılında Taraklı Borlu’da yapılan savaşta Candaroğlu ordusu yenildi. “Candaroğlu İsfendiyar bey,kendi dahi canını zor kurtardı. Sultan II. Murad Kastamonu’ya girerek vilayeti ve Bakır Küresini zapt etti. Hulusi Yazıcıoğluna göre , savaşın yapıldığı yerin Bolu gösterilmesi , Safranbolu’nun Borlu adının Bolu ile karıştırılmasından ileri gelmekte olup ,savaşın Bolu da değil Borlu ( Safranbolu) da olduğudur. 1423-1424 tarihinden sonra , Küre’ye kadar olan topraklarını Osmanlı’ya bırakmak zorunda kalan Candaroğlu beyliği Sinop’ta yaşamaya devam etti. Eflani bu tarihten sonra kesin ve son kez Osmanlı hakimiyetine girdi. Zira Fatih Sultan Mehmet’in, 1460 yılında Amasra’yı savaşsız alması ile ilgi bilgiler veren Aşık Paşa-Zade , Tac’üt –Tevarih ve diğerleri ile Neşri tarihinde “Hünkarın Iflagan- Eflagon (Eflani) ucunda bir hisarı var idi” şeklinde bir kayıt vardır. Bu bilgi Eflani kalesinin 1460 yılından çok daha önce Osmanlıların eline geçtiğini göstermektedir. Nitekim Yıldırım Beyazıt’ın 1392 yılında Candaroğlu ordusunu yendiği savaşın ardından , Kastamonu, Taraklı Borlu, Osmancık’a yerleştirdiği garnizonlardan biride Eflani’dir. Bu savaşla birlikte , Kastamonu’ya kadar uzanan Candaroğlu toprakları Osmanlıların eline geçtiğine göre , öteden beri stratejik önemi olan Eflani kalesine Osmanlıların garnizon yerleştirmesi tarihi seyire uygun düşmektedir.
Osmanlı beyliği kurulduğu yıllarda, Osman Bey’in uc kısımlarda fetihler için görev verdiği Eflagan Bey diye bir zattan bahsedilmektedir. Fakat bu kişinin varlığı konusunda kesin bir kayıt yoktur. Hatta bu kişinin Eflani ye adını verdiği söylenmektedir. Fakat yinede tam doğrudur diyemeyiz.
            Eldeki kaynaklara dayanarak Eflagan adında bir beyin varlığı ile bu beyin Efleniyi fethettiğini kabul edecek olursak, onun Eflani’ye yönelik bu harekatı bir fetih harekatı değil keşif harekatıdır. Hulusi Yazıcıoğlu’nun da “ Osmanlılar hiç değilse ileride yapacakları harekata ortam hazırlamak veya keşifte bulunmak mı istemişlerdir? Şeklindeki ifadesi bunu destekler niteliktedir. 1326 yılında Eflani’ye bir harekatta bulunan İfelfan beyin mezarının
bu gün Eflani ile Akören köyü arasındaki Tokar tepesinde olduğu söylenmekte ise de bu kesin değildir. Aynı zamanda Candaroğullarının ilk kurucusu ve beyi olan Şemseddin Yaman Candar’ın da bu tepede yattığı söylenmektedir. Bir diğer rivayet ise bu tepede yattığına inanılan Eflan baba adında bir zattan bahsedilmektedir. Gerek bu tepede gerekse bu tepedeki mezara benzer yerde yaptığım incelemede , bu rivayetleri doğrulayacak hiçbir kalıntı ve iz yoktur. Bir Çam ağacı etrafında avlu benzeri taş yığıntıları ise, bir mezar ve yapı niteliğinde değildir. Gerek İfelfan bey gerek Şemseddin Yaman Candar ve gerekse Eflan Baba diye anılan kişilerin mezarları ile ilgili akla gelen ilk yerin Tokar tepesi olması, Eflani’nin bu gün bulunduğu alanın geçmişte de aynı yer olduğu sanıldığından ileri gelmektedir. Nitekim bügün pazarın kuruşluna dair bir efsane vardır.Tokar tepesinde olduğu söylenen Eflan Baba’ın eline aldığı bir taş’ı Tokar tepesinden fırlattığı ve “taş nereye düşerse oraya yerleşin” dediği ve taş’ın bügün Eflanin’in olduğu yere düşmesi ile pazarın kurulduğu söylenir. Şüphesiz tarihte Eflani, geniş bir alanın adıdır. İfelfan beyin Eflaniye geldiğini kabul edersek bile, burada uzun süreli bir hakimiyetin olmadığı anlaşılmaktadır. Daha öncede ifade ettiğimiz gibi bu bölgeleri kolaçan ve keşif etme dediğimiz bu akınların yapıldığı 1326 yılından sonraki olaylara bakıldığında , Osmanlıların bölgeye olan ilgilerinin artığını , Osmanlı-Candarlı arasındaki hareketli ve hararetli çekişmelerin bu tarihten sonraki yıllarda artığını görmekteyiz. Nitekim 1383-1384- yıllarında Candaroğlu II. Süleyman paşanın Osmanlı padişahı Murad Hüdavendigar’a bıraktığı Eflugan kalesi bir karakol olduğu kadar bir savunma şatosuydu. Yıldırım Beyazıt’ın 1392 yılında Amasra hariç Ulus- Bartın -Filyos ve Zonguldak havalilerini Osmanlı yönetimine olması ve Taraklı Borlu’nun (Safranbolu) bir Pazar durumuna gelmesi gibi buna benzer gelişmeler, Eflugan hisarının Osmanlıların eline geçmesinden sonra olan olaylardır.
Bu durum, kesin olmamakla birlikte İfelfan beyin yada bir başkasının Osmanlı adına Eflani’ye keşif akınları yaptığını akla getirmektedir.
 Malumdur ki Osmanlı ordusunun 1402 Ankara harbinde Timur’a yenilmesi ve hemen ardından gelişen Şehzade kavgaları , devletin bölgedeki hakimiyetini kesintiye uğratmış ve bu boşluğu Candaroğlu beyliği doldurmuştur. Eflani’nin Osmanlı hakimiyetine geçişi ile ilgili söylenebilecek en sağlıklı tarih , II. Murad’ın Safranbolu yakınlarında yapılan savaşta Candaroğlu ordusunu yenerek Kastamonu’ya kadar hakim olduğu 1423 yılıdır..
            Nitekim Fatih Sultan Mehmed Han, 1453 yılında İstanbul’u fethettikten sonra 1460 yılında Karadeniz’in fethine girişmiş 1460 yılında Sinop, Amasra ve arkasından 1461 Candaroğulları Beyliği’ni kesin olarak Osmanlıya bağlamış, Trabzon Rum İmparatorluğunu ortadan kaldırmıştır. Bu arada Osmanlı’da düzenli olarak yapılan İskan politikası gereği Eflani ve çevresindeki halk ile o zamanlar Cenevolılardan alınan  Amasra halkı ile yer değiştirdiği ve sorunlu kişilerin ortadan kaldırılması ve arası açık ailelerin devlet içinde bir karışıklığa sebep vermemesi için böyle bir yönteme gidildiği söylenmektedir. Ve böylece Eflani’den bazı aileler Amasra’ya yerleşmek için gönderilmiştir.
 
        1460’dan Sonra Eflani
        Fatih Sultan Mehmet Amasra’nın fethinden sonra 1461’de Sinop’u alarak Candaroğlu Beyliğine son verdi. Kastamonu, Bolu, Sinop havalilerini Kastamonu eyaletin altında birleştirdi.
Yolların ve pazarların güvenliği bakımından bir karakol gibi özelliği olan Eflani kalesi, asker’in Amasra’ya naklinden sonra hem kale hem de Eflani, önemini büyük ölçüde kaybetmiştir. Hatta bugün bile çevre köylerinde Eflani yerine “Pazar’a gittim, Pazar’a gidiyorum” deyimi kullanılmaktadır.  
           Amasra’ya giden Eflanililer buradaki hayat şartlarına uzun zaman ayak uyduramamışlar, Eflani’den götürdükleri atalarının anılarını taşıyan Rençberlik ve hayvancılığı, dağ-yayla şartlarına alışık hayatı bırakıp, Denizci , Balıkçı , Gemici olabilmeyi ögrenmede çok zorluklar çekmişlerdir. Eflani’den gidenler kültürlerini de beraberinde götürdüler. Örneğin Eflani evleri temel kısmı, taş yapı veya çam, meşe gibi ağaçların köşeleri birbirlerine giydirilerek yapılırken , buradaki bölüme “kulluk’ denmektedir. Kulluğun üstüne de el hızarlarında 10-12 cm kalınlığında biçilen hatıldan yapılan odalardan oluşur. Evlerin üstüde bedevre tahtası ile örtülürdü. Özellikle “kul” köle hizmetçi anlamında , Kulluk ise hizmetçi Köle evi anlamına gelmekle birlikte , bu bölüm Evin giriş bölümü ile Ahır ve dışarıda lazım olacak malzemelerin konulduğu yer olarak kullanılır.
            Necdet Sakaoğlu’nun , Amasra’ya gidenlerin özellikleri ile ilgili verdiği bilgilerle , bu gün Eflani’deki ev hayatı hemen hemen aynıdır.
 
                                      EFLANİ’DE CANDAROĞLU ESERLERİ
            Eflani de Candaroğullarına ait eserler yok denecek kadar azdır. O yüzden candaroğlu beyliğinin Eflani’deki merkezinin nerede olduğu hakkından rivayetlerden öte bir bilgi yoktur. Gerek rivayetlere gerekse bazı kaynaklara dayanan bu yerlerden bazıları şunlardır. Tabaklar mahallesi ve civarı , yatılı okulun batısındaki Gövlezoğlu mevki , Demirli Köyü Küre-i Hadid Mahallesi gibi yerlerden bahsedilmekte ise de kesin değildir. Yukarıda bahsedilen yerleri gezip gördüğümde eski yerleşim yerleri oldukları ve civar bölgelerinde kerpiç, tuğla parçaları çok yoğun şekilde çıkıyor olsa da , beylik merkezi deyebileceğimiz iz ve işaretlere değildir. Tabaklar mahallesindeki köprü ile buranın doğusundaki şu anda olmayan hamam köprüsü ve yakınındaki muhtemelen hamam olan harabe Candaroğlu eserleri olmalıdır.
 
Küre-i Hadid Camii
Demirli Köyünün Küre-i Hadid Camii, Candaroğullarından kalan günümüze kadar gelen ve ayakta kalmış tek eserdir.Bugün Eflani’ye bağlı Demirli köyünün Küre mahallesinde bulunan bu Cami moloztaştan yapılmıştır. Yanı başında bir türbe vardır.Caminin tavanı kapıdan mihraba kadar uzanan ve iki direkle beslenen ağaçlar üzerine yapılmış güzel bir mimari eserdir. Caminin kitabesi şöyledir.
 “Bena hazel mescid’el mübarekete essultan-ül muazzam İsmail bin İbrahim bin isfendiyar haldellahü ve devletehü ve efade ila sübhanehül afv. Velmağfirate alellahi vahdihü. Fi tarih sene, hamsün hamsine ve semâne mie. Manası : “ bu mübark mescidi büyük sultan İsfendiyar oğlu İbrahim oğlu İsmail bina etti. Allah onun devletini ilelebet payıdar etsin. Hak sübhanehû ve teâlâ onu afv’ü mağfiret etsin.” Sene hicri 855, miladi olarak ise1451’dir. Bu Camii Candaroğlu İsmail bey tarafından 1451 yılında yaptırılmıştır. Cami ,1891 yılında Kastamonu valisi Abdurrahman Paşa tarafından tamir ettirmiştir. Bu Caminin sol bitişiğinde bulunan âsâ ve Geyik dalı parçalarının olduğu bir türbe, gene Caminin 50 metre doğusundaki Miskinler mezarlığı, hemen üst tarafında hamam yığıntısı, medrese ve benzeri kalıntılar bu köyün genişce bir kasaba köyü olduğunu gösterir. Aynı zamanda gerek Cami gerekse eski adıyla Küre-i Hadid köyü, bize Candaroğlu hatırasıdır. Demirli köyü ve adı ile ilgili ayrıntılı bilgiler köyler bölümünde ele alınacaktır. Candaroğlu beyliği iktisadi bakımdan iyi durumda bulunuyordu.
Beyliğin en önemli ihrac maddeleri Demir ve Bakırdı. Bakır Madeni , Candaroğlu ve Osmanlı döneminde Küre-i Nuhas adıyla bilenen Küre ilçesindeki ocaklardan çıkıyordu.
 Küre, “ocak” , Nuhas‘da “Bakır” demek olup , Küre-i Nühas Bakır Ocağı demektir. Demir madeni ise , Araç’ın Aşağı Ören , Düğemle , Dodla ve Belit Ören köyleri ile birlikte, Küre-i Hadid köyünde de bir hayli işletilmiştir. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Küre, “Ocak” demektir. Hadid ise “Demir” anlamında olup, Küre-i Hadid,“Demir Ocağı” demektir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de , Hadid isminde bir süre olup bu sürenin 25.ayetinde Hadid’in (Demir) faydasından ve yaratılışından bahsedilir. Gerek Küre-i Nühas ,(Küre ) gerekse Küre-i Hadid, Hicri 1271-1284, miladi 1854-1867 tarihli salnamelerinde Kastamonu kazaları arasında yer almaktadırlar. Küre-i Hadid’in bu dönemlerde tam bir kaza statüsünde değil de, en az Naib (kadı vekili )ile idare edilmiş olduğunu göstermektedir.
 
1500-1700 YILLARI OSMANLI DÖNEMİ    EFLANİ’NİN İDARİ DURUMU
            Osmanlı devletinin idare sistemi Eyalet, Sancak, Kaza, Nahiye, Divan şeklindedir. Şehirlerin dışında birkaç köyün birleştirilerek oluşturulan birime divan denilmiştir. Eyalet(vilayet)lerin başındaki yöneticiye Beylerbeyi, Eyaletleri oluşturan Sancakların başındaki yöneticiye de Sancak beyi, Sancak’lara bağlı olan kazaların başındaki idareciye Kadı denirdi. Hicri 937, miladi 530 yılı Muhasebe-i Vilayet-i Anadolu defterindeki kayıtlara göre Safranbolu, Bolu sancağına, Daday ise Kastamonu sancağına bağlı birer kazadırlar. Eflani, Kastamonu ve Bolu sancaklarının sınırının geçtiği yerde olduğu için, bugünkü duruma göre, doğu tarafı Daday’a bağlı, batı tarafı da Safranbolu’ya bağlı nahiye ve adli kaza konumundadır. Aynı tarihli defterdeki Kastamonu ve Bolu sancakları haritalarına bakıldığında, Eflani bu iki sancağın ikiye böldüğü bir alandır. Bu sınır Çal köyü ile Mahallesi Kızılgelik arasından kuzeye doğru uzanan, Kayalar, Akören, Pınarözü boğazından, Çukurgelik, Terke arasından, Kadı Ova’sından ve Bakırcılar- Çamyurt köyleri arasından geçen bu hat, Bolu ve Kastamonu sancaklarının sınırıdır. Bolu sancağı sınırı Çamyurt- Bakırcılar köyü arasında son bulurken, bu sınır batıya yönelmekte, Göktepe dağından Akçakese köyü başına uzanır. Aynı zamanda Kastamonu sancağı sınırı da Pınarbaşı’nın (zarı) Çöme köylerine doğrudur. İki sancak arasındaki bu sınır aynı zamanda Bolu sancağının Tarakl-u Borlu (Sarfrabolu) kazası ile , Kastamonu sancağının Tatay (Daday) kazası arasındaki sınırı teşkil eder. O dönem Tasmana(çamyurt), Aday, Alpagut, Çavuşlu, Kılvar(Esencik), Çemçi, Gökgöz, Karlı, Abakolu, Bostancı(Yarış), Halkevli, Mülayim, Başiğdir, Koltucak, Karacapınar, Gelicek, Kızılgelik, vd. Köyleri Eflani’nin Daday’a bağlı tarafında yer almaktaydılar. Bu durum Eflani’nin ilçe olduğu 1953 yılına kadar devam etmiştir. Yukarıda ifade edilen sınırın Daday’a bağlı tarafına Eflani–Tatay, Safranbolu’ya bağlı tarafına da Eflani-i Borlu denmiştir.Eflani-i Tatay, Daday’a bağlı Eflani yada Daday Eflani’si , Eflani-i Borlu da Safranbolu’ya bağlı Eflani anlamı taşımaktadır.Nitekim Çavuşlu Köyü ve Gebeler mahallesi ile Pınarözü Köyü ve mahalleleri arasındaki tarla arazilerinin bulunduğu yere “sancaksınırı” denmektedir.Buda Kastamonu ve Bolu sancaklarının idari sınırının buradan geçtiği için bu adı almıştır.
     1530 Yılında ,Bolu Livası (Sancağı) Kazaları şunlardır.Kaza-i Çağa, Gerede ,Taraklu-Borlu(Safranbolu),Viranşehir,Yenice,Ulus,Oniki divan (Bartın) Taraklu Borlu ve Viranşehir vd.dir.
            Kastamonu Sançağı kazaları ise,  Göl, Araç, Taşköprü Küre, Ayandon (Ayancık), Hoşalay, Daday, Boyovası, Sinop ve Durağandır.
Bu dönemde Eflaninin adli Kaza, Nahiye ve Divan durumunda olması , batı tarafının Safranbolu’ya, doğu tarafının da Daday’a bağlı olması ile açıklanabilir. Nitekim aynı muhasebe defterinde (1530 yılı) , Eflani’nin batı tarafı için “Eflagon ve Eflani” divanı, doğu tarafı içinse “evlani ve evlani divanı” şeklinde bir kayıt olması, idari durumun ayrı olduğunu göstermektedir. Kısacası Daday’a bağlı olan tarafına Evlani, Safranbolu’ya bağlı olan tarafına da Eflagon ve Eflani şeklinde kaydedilmesi, idari durumun burada ayrı olduğu vurgulanmak istenmiştir.Tarakl-u Borlu’nun (Safranbolu), idari sınırları Eflani-i bolu (Eflani’nin batı kesimi ile ) birlikte bugünkü Ulus ilçesinin Dırahna kesimine kadar uzanmaktaydı.   Bu durumda Eflani’nin idari alanının daraldığı görülmektedir. 1530 muhasebe kayıtlarında Eflani, Bazar-ı Eflani, Nahiye-i Eflagon , Karye-i Eflani ve Eflani divanı şeklinde kayıtlıdır.1530 yılı muhasebe-i vilayet-i Anadolu defterindeki kayıtlara göre:
 Eflani bazarı …………………hâsılı (yıllık geliri) 3439 akçedir.
 Eflani karyesi ……………… hasılı(yıllık geliri)     687 akçedir.
 Eflagon nahiyesi …………….hasılı (yıllık gelir) 6696 akçedir.
                                     Toplam yıllık gelir :          10822 akçedir.
           
1560 yıllarına gelindiğinde durum değişmişti. Bu yıllardan itibaren başlayan suhte isyanlarına Celali isyanlarının da eklenmesi ile köylerde ve kasalarda hırsızlık ve eşkiyalık baş göstermişti. 1564-1565 yıllarında Kanuni dönemine ait bir Mühimme kaydına göre, baş gösteren bu isyanlardan Eflani’de etkilenmiştir.
            Bu tarihe ait Emirname şöyledir:
            16 muharrem sene 972 (1564) Kastamonu sancağı beyi , Sinan beye ve Tatay Kadi’sina hüküm ki, südde-i saadetüme mektubunuz varid olup, kaza-i mebûra tabi Eflani nahiyesinden olup, hırsızluk ve haram zadelik ile marufu meşhur olan hicazî namkimesne (kimse)… şeklinde gönderilen fermandan anlaşıldığı gibi, Eflani’den hicazî adındaki bir kişi , sahte mühürle hırsızlık etmiş, borlu(Safranbolu) kadısı onu sorguladığında, bu mührü Zarı Nahiyesinden olup İstanbul’da oturan Ali Fakih adında birinden aldığını itiraf etmesi üzerine, bu şahsın İstanbul’a gönderilmesi emredilmektedir. Buradaki “kaza-i mezbura tabi Eflani nahiyesiden” cümlesindeki“Kaza-i Mezbura” adı geçen kaza demektir.Buradan anlaşıldığı üzere,bu şahıs Eflani’nin Daday’a bağlı tarafındandır.
Kaza-i mezbura ifadesi ise “adı geçen kaza” ya demek olup Eflani’nin doğu kesiminin bu tarihte Daday’a bağlı bir nahiye olduğunu göstermektedir.
1570-1572 yılları II. Selim dönemine mühimme kaydına göre ise, Daday kazasını tabi Bolat köyünden, Eyüb ve kuBat isimli şahısların yol kestikleri, fesat çıkardıkları ve köyleri baskı altında tutukları için, tutuklanarak İstanbul’a gönderilmelerini emreden iki ayrı fermanda “Kastamonu beyine Tatay ve Eflani kadılarına hüküm ki”… ifadelerine göre Eflani’nin doğu tarafı kazadır. Bilindiği gibi kadı kaza yöneticisidir. Ancak, Kadıların idare ettiği kaza merkezi ile birlikte kazaya bağlı divan , nahiye gibi yerlerde kadıya tabidir. Kadı bu gibi yerlerde bizzat kendi durmayıp, yerine naib(kadı vekili) atayabilmektedir.
1581 tarihli Muhimme defteri kaydına göre de “Bolu beyine ve Taraklı Borlu ve Daday’dan müferz Eflani kadılarına hüküm.. haremi ve katil olmasından dolayı teftişi emrolunan Bekir, tutmaya gidenlere silahla hucum etmesi, diğer üç kişiyi katletmesi sebebi, ile hakkından gelinmesi, tedbir ile tutub şer’an lazım gelenin yapılması..” Bu ve bunun gibi birçok mühimme kaydına konu olan Celali ayaklanmaları, Anadolu’da dolayısıyla Eflani’de etkisini göstermiş, huzursuz ve baskı altında olan halk rahat edebileceği bir yere göçmüştür. İç huzursuzluğun yarattığı sorunlar neticesinde devlet ülkede denetimi güçlendirmeyi amaçlamış olmalıdır ki Bolu sancağına bağlı kaza sayısı “ 15’den 36’ya çıkarılarak , Eflani ve Kızılbel, Safranbolu ile tek kaza yapılmıştır.
Aşağıdaki, 1630 yılı IV. Murad dönemi mühimme kaydından da anlaşıldığı üzere idari yapıda yenilik yapıldığı görülmektedir.
Sene H. 1040 M. 1630 Eflani ve Eflani-i Tatay’a bağlı Tasmana köy sakinlerinden olup, etrafına topladığı eşkıya ile halkın zorla yem ve yiyeceklerini aldığı, para, mal, emlak ve hizmetkarlarını gaspettiği ve namuslarına musallat olduğu, dövdüğü, fesatlar işleyerek halka zulmettiği ihbar edilen Şaban oğlu Mustafa ile suç ortakları olan İbrahim, Musa, Mahmut, Kara Osman, Abbas ve Kara Mustafa şakilerin ve diğerlerinin yakalanıp teftiş edilmeleri, gaspettikleri hakları sahiplerine verildikten sonra haklarında gerekenin yapılması”… şeklindeki emr-i şerif-in sonundaki “Eflani ve Kastamonu kadılarına hüküm ki” ve Eflani ve Eflani-i Tatay kadıları” ifadeleri de Eflani’nin , Eflani-i Tatay tarafının Daday bünyesinde bir kaza olduğunu ve naiplikle idare edildiğini göstermektedir.
1671 yılında Osmanlı padişahı IV. Mehmet’in , II. Lehistan seferi için Bolu sancağı ve diğer kazalarla birlikte, Eflani ve Taraklı Borlu 5 000 kile, yörükân-ı Taraklı borlu (Yörük köyü) 1500 kile , Şehabeddin’de (ovacık yöresi) 1000 kile Arpa vermekle yükümlü tutulmuşlardır.1683 yılında, Avusturya seferi öncesinde Eflani, Taraklı Borlu ve Şehabeddin kazalarından, savaş öncesi toplanan sürsat vergisi ( hububat alınmıştır.)
1692 yılına gelindiğinde ise, Bolu sancağı lağvedilmiş, 36 kazası ise padişah hassı olarak Voyvodalık haline getirilmiş, bu durum, Taraklı Borlu merkez olmak üzere 1811 yılında Viranşehir sancağı kuruluncaya kadar devam etmiştir. 1692 yılında yapılan köklü değişime göre Borlu kazasının içinde kalan alanda Eflani, Ovayüzü, Akdaş Kızılbel, Yörükân-ı Taraklı Borlu gibi kazalar vardır.
 
1700-1800 YILLARI
            Bu dönemde bölge ve Eflani ile ilgili bilgiler veren kaynaklardan biri de uluSlu İbrahim Hamdi efendi’dir. Katip çelebi’nin Cihannüma’sına Haşiye olarak yazılan bu eserin üzerinde “Atlas-ı İbrahim Hamdi efendi 1163” şeklinde bir kayıt vardır. Eseri tetkik eden T. Mumtaz Yaman’a göre eser , bu tarihten önce kaleme alınmıştır. İbrahim Hamdi Efendinin bölgeyi ve Eflani’yi H.1142 M.1730’lu yıllarda gezdiği kabul edilir. Safranbolu, Eflani, Ulus, Bartın, Kızılbel, Devrek, Perşembe, Kdz. Ereğli, Amasra, Ova, Ovayüzü, Uluyayla, Çöme, Akçakese gibi bir çok köy hakkında malumat veren İbrahim Hamdi Efendi, Ulus ilçesine bağlı Yeni köy’ün Anduz mahallesindendir. Müellif’in eserinde “ endüz karyesi kurbinde yani yakınında, gökbil damenin (eteğinde) diye bahsetiği gökbil dağı , uluyaylanın kuzeyindeki dağdır.gökbilden sonra “çatak, küçükdüz, kurtbükü, kalafatpınar, sığırini, kalkanlı” gibi eserde geçen Uluyayla mevkileri bugün hala bu adlarla bilinmektedir.
 Uluslu İbrahim Hamdi Efendinin verdiği bilgilere göre Eflani , 1730’lu yıllarda mahkeme yeri, Müftü yeri, Kethüda yeri ve Nakib-ül eşraf’ı da olan mamur bir kazadır. Her türlü hayvan alım ve satımının yapıldığı, el sanatları ve dokumacılığın ön planda olduğu, çizme ve pabuç dikimi ile Arpa, Buğday ve galle(sebze –meyve) pazarı ile önemli ekonomik bir güçe sahip yabanlı pazarıdır. Ancak İbrahim Hamdi, hem düz hemde geniş ve verimli Eflani arazisinde bağ bahce olmamasını “bağ olmazsa bostan olurdu” diyerek yadırgamış görünüyordu. En dikkat çeken husus ise Paşa köyü karşındaki Çal tarlalıklarında vişne ağaçı büyüklüğünde fakat adı belli olmayan bir meyveden bahsetmektedir. Osmanlı ekonomisinin zayıflaması ve kaybedilen savaşların yükünün halkın omuzlarına vergi olarak bindirilmesi sonucu, bu halkın bu meyveyi devlet duyarda vergi alır korkusu ile yemedikleri gibi yedirmedikleri anlaşılmaktadır. Böylece doğal bir ürün hem unutulmuş hem de üretim dışı kalmıştır.Ayrıca Eflani’nin o dönem yaz boyu yapılan püryan kebabının meşhur olduğunu biliyoruz. O dönem ticaret hayatı ve pazarcılık Eflani ile sınırlı değildir. İbrahim Hamdi Bartın bahsinde “ 24 köylü bir kaza olup pazarı her cumartesi durur. Her hafta bolu , borlı(Safranbolu), Eflani, Ova ve Ulus kazalarından vafir pazarcılar gelüp, çamaşır, çıra, keten tohumu , pestil, ceviz ve yağ, keten ipliği , astar ve kereste getürüp alışveriş iderler” derken, Ulus ve Andız bahsinde ise kanlıca, Ağaçmantarı, Geyikmantarı, İçikızıl ve diğerleri ile birlikte “cincile namı ile bir mantar olur ki henüz cismini görmeden misk gibi rahiyasından (kokusundan ) his olunur, kavurup şerit ve börek iderler. Gayet latıf ve hoşhar mantardır ki burada ve ovayüzünde olup , devşürüp (toplayıp) Eflani pazarında kıyyesin (okka) yirmi, otuz pâreye satarlar.”demektedir.
Daha önce belirtiğimiz gibi, Bolu sancağı ile Kastamonu sancağı sınırı Eflani’den geçmektedir. İbrahim Hamdi Efendi, Uluyayla, Gökbeli dağının batısındaki kendi köyü olan Endüz (Andız) köyünden doğuya doğru anlatırken “Ulus kazası sonundan ovayüzi kazasına tabi akçakese ve sol tarafta çömeye varınca, mümted olmuş bir yol olup yolun nısf-i şarkisi (doğu tarafının yarısı) kastamonuya tabi zarı kazasından , nısf-i garbisi (batı tarafının yarısı) bolu sancağına tabi olup hudut başıdır” demiştir. Buradan anlaşıldığı üzere Eflani ve Ovayüzü, Safranbolu kazası içinde ona bağlı birer kaza, Zarı ve Eflani-i Tatay’da, Daday’la birlikte Daday’a bağlı birer kaza durumundadırlar.Ancak kaza statüleri idâri olmayıp adlîdir.
1811-1869 Yılları
            1266 yılı safer ayı, yani 1821 yılı şubat ayında sultan II. Mahmud’un Bolu voyvodası İbrahim Ağaya gönderdiği ferman da, fukaranın ezilmesine yol açtığı için voyvodalık yönetiminin kaldırıldığını bildirilmiş, bu fermandan sonra Bolu’ya dahil topraklar üzerinde, Bolu ve Viranşehir adları altında iki ayrı sancak kurulmuştur. Kurulan Viranşehir sancağının “Kürsi-i livası, yani merkez kazası Taraklı Borlu (Safranbolu) olmuştur. 
            Oluşturulan Viranşehir sancağının merkez kazası olan Taraklı Borlu’ya şu kazalar bağlıdır. Aktaş (Karabük’ün bir kesimi) Amasra, Bartın (Oniki divan), Çeharşenbe-i bolu ( Çaycuma’nın bir kesimi), Gölpazar-ı bolu (Saltukova yöresi), Hisarönü (Filyos), Keçinos(Ulus’un güney batısı), Kızılbel , Kurukavak (Eski pazarın bir kesimi), Oğlakdere (Ovacık’ın bir kesimi), Ovayüzü (Ovacuma), Pençenbe nam-ı diğer yedidivan, Şehabeddin (Çerkeş- Ovacık arası), Tarakl-ı borlu namı diğer Zagfiran borlu, Tefen (Gökçebey), Ulak (Ovacık’ın bir başka kesimi), Viranşehir, Eskipazarın diğer kesimi, Yenice, Yörukan-ı Taraklı borlu, Eflani ve Eflani-i Bolu’dur.
Bölgede, Bolu sancağı, Viranşehir sancağı ve Kastamonu sancağı gibi üç sancak bulunmaktadır. 1864 yılında ise sancakların mülki amirlerine Kaimmakam, kazaların mülki amirlerine de Müdür ünvanı verilmiştir.
 
Salnamelerde Eflani
            Daha önceki bölümlerde izah ettiğimiz gibi , Eflani, Kastamonu , Bolu ve Viranşehir, iki ayrı idari düzenlemenin içinde yer almıştır. Batı tarafı , Eflani-i borlu adıyla Bolu sancağına, daha sonra da Viranşehir sancağının Taraklı borlu kazasına , doğu tarafı ise Eflani-i Tatay adıyla Kastamonu sancağının Tatay kazasına bağlı kalmış, dönem dönem kaza içinde kaza ve nahiye gibi,1953’de ilçe oluncaya idari ve adli konumlardan geçmiştir. Durum böyle olunca Osmanlı döneminde Eflani’nin idari durumunu izah etmek oldukça güç ve titizlik isteyen bir konudur.. meseleyi aydınlatma açısından geçmişe ışık tutan kaynaklardan biri de salnamelerdir. Memleket ve vilayetler hakkında geniş bilgilerin yer aldığı salname,”yıllık” anlamına gelmektedir.İlk devlet salnamesi 1846 yılında yayınlanmıştır. 1846 yılı devlet salnamesine göre Kastamonu vilayet yapılmış , Kastamonu vilayetine Kocaeli ,Bolu ve Viranşehir sancakları bağlanmıştır. Halkımız arasında “bir zaman Kastamonu’nun sınırının Üsküdar’a kadar olduğu şeklindeki söylenti, Kocaeli sancağının Kastamonu vilayetine bağlı bir sancak olmasından ötürüdür.
1870’ten 1927 Arası
Eflani-i borlu’nun, 1811 yılında kurulan Viranşehir sancağına bağlı bir kaza, Eflani-i tatay’ın ise Daday kazası denetiminde bir kaza olarak, Kastamonu sancağına bağlı olduğunu ifade etmiştik.
            1869-1870 yılında ise yürürlüğe giren, İdare-i umumiye-i vilâyat nizamnâmesi ile, o yıl Kastamonu vilayet yapıldı ve Viranşehir sancağı kaldırıldı. Safranbolu kaza olarak kastamonu’ya bağlandı. Aynı zamanda küçük sancaklar kaldırılarak kaza yapılmış,sancaklar’ın mülkiamirleri olan Kaimmakam ünvanı, bu defa da kazaların mülki amirine verilmiştir. Küçük kazalar ise nahiye yada köy yapılmış, nahiyenin mülki amirine de Müdür denmiştir. Bu nizamnâme ile sancaklığı kaldırılan Safranbolu, Kastamonu vilayetine bağlı bir kaza yapılmış, Eflani-i bolu ise Ulus, Aktaş nahiyeleri yanında, Eflani nahiyesi olarak Safranbolu kazasına bağlanmıştır. Eflani-i tatay tarafı ise yine eskisi gibi aynı bölgelerden itibaren Daday’a bağlı kalmış, ancak bir nahiye yapılmamıştır. Her ne kadar, o dönem Daday kazasına bağlı olan Aday, Alpagut, Esencik, Çamyurt vd. köylerdeki sahıslara ait Sened-i Hakani ve diğer resmi evraklarda, Eflani “ nahiye” olarak yazılmış olsada, salnamelerde Daday nahiyeleri arasında yoktur.Eflani’nin batı tarafı bir nahiye iken, doğu (Daday’a bağlı ) tarafına ise bir mukayyid (kayıtcı) nezaret etmektedir. Nitekim 1874 tarihli salnamede, Tatar kazası bazı memurin bölümünde şu kayıt mevcuttur
Kaza-i Tatay                :
            Bazı memurin   :
            Eflani mukayyidi           :           Hüseyin Efendi            
            Zari mukayyidi             :           Osman Efendi
            Çiğlene mukayyidi:           Muhammed Efendi
           
             Bu bölümden sonra geçecek olan Eflani nahiyesi ifadesinden, Eflani’nin Safranbolu’ya bağlı tarafı anlaşılmalıdır.
            1869-70 yılında yürürlüğe giren nizamname ile, Zağfiran borlu kazasının bir nahiyesi yapılan Eflani’nin ilk nahiye müdür’ü Bahaeddin Bey’dir.
           
Hicri 1286 – miladi 1869 yılı
            Kaza-i Zağfiran-borlu  :
            Kaymakam                 : Ali Bey (Kapucubaşı)
             
             Eflani nahiyesi             :
            Müdür                                      :                                        Bahaeddin Bey
            Katip                                        :                                        Ali Efendi
            Müftü                                       :                                        Hamdi Efendi
            Vergisi                         :                                       18,4216 akçe
            Varidat-i öşriyye           :                                        9,2160 akçe
            (mahsul, gelir vergisi)
            Agnam rüsûmû bedelatı            :                                       12800 akçe
            ( hayvanlardan alınan vergi)
            Rüsûmât vergisi            :                                         22240 akçe
 
           
1872 yılı
 
 Eflani nahiyesi :
            Müdür                :                             İsmail Efendi
            Naib                    :                             Ahmed Efendi 
            Katip                   :                             Hacı Muhammed Efendi
Tapu katibi         :                              Mehmet Efendi
 
 
1879 yılı
 
Eflani nahiyesi       :
Müdür                    :          Tahir Ağa
Naib                        :          Mehmet Nuri Efendi
Katip                      :           Hüseyin Efendi.
Tapu Katibi            :           Muhammed Hüsnü Efendi.
Vukuat Katibi         :          Sadık Efendi.
 
 
H. 1306 M.1889 yılı
Eflani nahiyesi :
            Müdür                                       : Tahsin Efendi
            Naib                                           : Muhammed Efendi.
            Katib                                          : Hüseyin Efendi
            Tapu Katibi                                : Muhammed Efendi.
            Sandık Emini(veznedar)            : Ahmed efendi
                       
H. 1317 . M. 1900 yılı
Eflani nahiyesi  
Müdür                                  : Cemal Efendi.
            Katip                                    : Mehmet Tevfik Efendi.
            Vergi katibi                         : Ahmed Cemal Efendi.
            Sandık emini                       : Ali Rıza Efendi.(Yunan madalyası sahibi)
           
H. 1321. M. 1903-4 yılı
Eflani Nahiyesi      :
             Müdür                    : Cemaleddin Efendi
             Katip                       : Mehmet Tevfik Efendi.
            Vergi Katibi             : Ahmed Cemal Efendi.
            Sandık Emini            : Ali Efendi.
           
            Eflani nahiye olarak Safranbolu kazası ile birlikte 1927 yılına kadar Kastamonu vilayetine bağlı kalmıştır. 1927 yılından sonra ise il yapılan Zonguldak’a bağlanmışlardır. 1800’lu yıllarda, Filyos’a bağlı Elvan Köyüne, diğer bir görüşe göre Gaca kardeşler köyüne bağlı, Üzülmez ve Kokaksu derelerinin koyda meydana getirdiği bataklığın sivrisinek yatağı olması nedeniyle halkın “zongalık, zunguralık ve zonguldayık”dediği Zonguldak , 1829 yılında Uzun Mehmet ve Kara Hüseyin’in kömürü bulmalarıyla gelişmiş, 1899 yılında kaza 1920 yılında mutasarrıflık ve 01 Nisan 1924’da da il olmuştur.
İlk başta Zonguldak vilayeti merkez, Ereğli , Bartın ve Devrek kazalarından müteşekkil iken, 1927 yılında Safranbolu’nun da bağlanması ile kaza sayısı beş’e çıkmıştır.
            Safranbolu, 1927 yılına kadar Kastamonu vilayetine bağlı iken o yıldan sonra Zonguldak vilayetine bağlanmış ve dolayısıyla Eflani Safranbolu’nun nahiyesi olarak Zonguldak iline dahil edilmiştir.
Eflani’nin doğu kesimi ise Daday’a bağlı olarak devam etmiş, önceki dönemlerde sancak sınırı olan hat, bu seferde Kastamonu-Zonguldak il sınırı olmuş, bu durum Eflani’nin ilçe olduğu 1953 yılına kadar devam etmiştir.
 
EFLANİ  İLÇESİ
            Eflani 1953 yılında 6608 sayılı kanun ile ilçe olmuştur. 1995 yılına kadar da Zonguldak’a bağlı kalmıştır. 1953 yılında ilçe olan Eflani’nin ilk kaymakamı Necdet Sümer’dir.Aynı yıl 01 Eylül 1953’de Eflani’de Belediye kurulmuş olup, ilk belediye başkanı İbrahim Cebecigil’dir.Eflani’nin ilçe olması üzerine , 1953 yılına kadar Daday’a bağlı olan Çamyurt , Aday, Alpagut, Esencik, Çavuşlu, Çemçi, Bostancı, Gökgöz, Abakolu, Başiğdir, Halkevli, Koltucak, Mülayim, Karacapınar, Gelicek, Çörekli ve Karlı Köyleri Eflani’ye bağlanmıştır. Adı geçen köylerle birlikte Eflani’nin köy sayısı 52 iken, 1970 yılında, Söylemez ve Nuhoğlu mahallelerinin “Şenyurt” adı altında   Alpagut köyünden ayrılarak bir köy olması ve 1992 yılında Demirli (Küre-i Hadid )köyünün Araç’tan Eflani’ye geçmesi ile köy sayısı 54 olmuştur.
            Aynı zamanda Çelebiler, Tabaklar, Kayadibi, Çalışlar ve Yalacık mahalleleri belediye sınırları içinde yer alır. Karabük’ün 06 Haziran 1995 yılında, 550 sayılı kanun hükmünde kararname ile il yapılmasının ardından Eflani ilçe olarak Karabük’e bağlanmıştır. Kaya mezarları , tarihi su ve antikyolları, eski türbeleri, camileri, höyük ve Tümülüsleri ile bölgenin en eski yerleşim yeri olan Eflani, yağışlı bir iklime ve dolayısıyla zengin bitki örtüsüne sahiptir. Yüz ölçümü 536 km2, denizden yüksekliği 930 metredir. Karabük’e 47 km, Daday’a 53 km, Pınarbaşı’na 27 km, Kastamonu’ya 83 km, Bartın iline 91 km uzaklıkta olan Eflani, bölgenin en önemli pazarı durumundadır.
 
   
KAYNAKÇA
 
Abdullah Şahin.Türkçe Konuşturan Sözlük.
Ahmet Gökoğlu Paflagonya C.1 .
Arazi Kıymet Beyan Defteri
Bilge Umar, Paphlagonia.
Bilge Umar , Türkiye’deki Tarihsel Adlar.
Charles  Texier.Küçük Asya.C.1, Çvr.Ali Suat Ankara 2002.
Ekrem Akurgal, Anadolu kültür tarihi, Ank. 1997
Fuat Yaşar, Her Yönüyle Araç Ankara 1969
Hayri Ertem, Hitit Devleti’nin iki Eyaleti,  Ankara 1980
Herodot Tarihi.4.Kitap.Çev. Müntekim Ökmen
Homeros.İlyada., Çev. Azra Erhat,A.Kadir.
Hulusi Yazıcıoğlu, Safranbolu Tarihi, İst.2001.
Hür Kalyoncu,1999 Karabük İl Yıllığı
Milli Kütüphane.Vilayetlerimiz.Kastamonu ve Zonguldak İst.ve 1932
Necdet Sakaoğlu, Amasra’nın Üçbin yılı.
Portfotorama.2001.Hürriyetim yaşam Sayfası
Seton Lloyd, Türkiye’nin Tarihi   Çev. Ender Varinlioğlu.
Strabon, Antik Anadolu Coğrafyası.
Şemsettin Günaltay,Yakın Şark.IV., TTK Basımevi Ank. 1987
Talat Mümtaz Yaman, Kastamonu Tarihi
T.M.Yaman, Atlas-ı İbrahim Hamdi, Ulusal Matbaa Ankara 1940
Veli Sevin, Anadolu Arkeolojisi, İst. 1998.
W.M.Ramsay, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası,.Çev.Mihri Pektaş.İst.1960
William Francis, Ainsworth.Asiaminor, London 1839. Trc.İhan Kavilci.
1973 Zonguldak İL Yıllığı
 
 
  Copyright@ by Şenol SUSOY  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol