EFLANİ İLÇESİ - ŞENOL SUSOY
  Kastamonu - Tebliğler
 

TÜRK TARİHİNDE VE KÜLTÜRÜNDE KASTAMONU TEBLİĞLER 19-21 EKİM 1

 

 

SELÇUKLULAR DÖNEMİNDE KASTAMONU

Türk Milletinin tarihteki dönüm noktalarından birisi de şüphesiz Anadolu’nun fethi hadisesidir.Bilhassa Anadolu’ya yerleşmiş Türklerin 20.yüzyıldaki biz nesilleri olarak gündemden hiç düşürülmeyecek bir konudur.Anadolu’nun Türk vatanı oluşunda bazı bölgelerin diğerlerinden daha fazla özellik taşıdığı bir gerçektir.İşte bu bölgelerden birisi de Kastamonu ve havalisidir.Osmanlı Devleti haritalarına baktığımızda Karadeniz bölgesinin sadece iki bölgeye bölündüğünü görürüz.Karadeniz’in doğusu Trabzon,Batısı Kastamonu vilayeti olarak gösterilir.Yani Kastamonu’nun hinterlandı bugünkü sınırlarının en az üç katıdır.Selçuklu döneminde de durum aynıdır.Zaten miras Selçuklulardan Osmanlılara intisap etmiştir.200 yıllık Selçuklu Tarihi içinde Kastamonu,gerek askeri bölge oluşuyla,gerekse önemli iskan sahası oluşuyla her zaman mevkisi yüksek,hassas bir bölge dikkat çekmektedir.Kastamonu’nun bu değerini,bir tarafı Bizans’a yakın oluşu,diğer tarafta Karadeniz’e açılışı,güneyde ise İç Anadolu’ya yakın oluşu,ayrıca askeri-stratejik öneminin fazla oluşu gibi nitelikler sağlıyordu.

 

Selçuklular dönemindeki Kastamonu konusunu 3 ana başlında incelememiz uygun olacaktır.

 

1-Kastamonu ve Havalisinin fethinde Alaeddin Keykubad Dönemi(1220) Kadar Olan Devre

 

2-1220 Alaeddin Keykubad’ın Saltanatından 1243 Kösedağ Meydan Muharebesine Kadar Kastamonu

 

3-1243 Moğol İstilasından Sonra Kastamonu

 

 

1-Kastamonu ve Havalisinin Fethinden Alaeddin Keykubad Dönemine(1220) Kadar Olan Devre

 

Kastamonu civarına gelen ilk Türk birlikleri,1073 yıllarında Selçuklu kumandanı Tutak komutasında gelen Türklerdir.Bu sırada Bizansın Russel adındaki bir komutanı,Amasya’yı kendine merkez edinerek isyan etmişti.Türk ordusuyla Russel arasındaki mücadele sonucunda Russel esir alınarak,fidye karşılığı Bizans hükümdarına teslim edilmiştir.İşte bu arada Tutak ve ordusu Sakarya ve Kastamonu havalisine kadar gelmiştir.

 

Kastamonu’nun ilk fethi Anadolu Selçuklu hükümdarı Süleymanşah döneminde olmuştur.Bu hükümdarın bir valisi ve komutanı olarak görünen Kara Tekin,Orta Anadolu’dan hareketle bugünkü Çankırı,Kastamonu ve Sinop’u Bizanslılardan fethetmişti.Muhtemelen 1075 yılında Kara Tekin,fethettiği bu bölgelerin valiliğini ele almıştı.Bu mühim bölgenin ilk fetihi olan Kara Tekin,Süleymanşah’ın ölümünden sonra,onun tabi olduğu için Melikşah’ın tedibine uğramıştı.Sonuçta Melikşah onu öldürtmüştür.

 

Danişmendname,Kastamonu ve civarının Danişmend Gazi tarafından haçlılardan kurtarıldığını yazar.Bununla beraber bölgede kesin bir Türk hakimiyetinin kuruluşu çok uzun yıllar alacaktır.1101 tarihinde Haçlıların Danişmendli ordusu Kastamonu istikametinde çekildikleri bilinmektedir.

 

1126 yılında ise yine bir tarih düşüyoruz.Bu defa,Kastamonu hakimi olarak,1.Kılıç Arslan,Büyük Selçuklularla 1070’de yapmış olduğu mücadeleyi beraber hayatını kaybeder ve oğulları tutuklanarak Büyük Selçuklu merkezine götürürler.Bilahere kurtulan oğullar(İzzeddin Mesud,Şahinşah,Tuğrul Arslan ve Arap)Anadolu’ya gelirler ve bazı yerleri ele geçirerek hüküm sürmeye başlarlar.İşte Melik Arap Kastamonu ve havalisine yerleşmiştir.

 

Bu devrede Arap,bölgede mühim bir güç olarak görünmektedir.Öyle ki,bu güç,Bizans İmparatoru Yuannis’i  rahatsız edecek derecededir.Zira Melik Arap,muhitinde Ereğli ve Karadeniz sahillerini fethetmiş,sürekli Bizans topraklarında taarruz halindedir.Bu yüzden Bizans İmparatoru,Melik Arap’la kardeşi İzzeddin Mesut arasındaki mücadelede,Mes’ud’u tutacak ve onun galip gelmesini sağlayacaktır(1126-1127)Daha sonra durumdan yararlanan Yuannis,Kastamonu üzerine bir sefer düzenleyerek şehri Türklerden alır ve içindekileri esir olarak İstanbul’a götürür.Bundan sonra Kastamonu sürekli el değiştirdi.Bölgenin Kaiyanus adındaki  Rum hakimi,bölgeyi Emir Gazi’ye bıraktı.Buna karşılık 1133 yılında Bizans İmparatoru bir kere daha sefere çıktı ve Kastamonu’yu aldı.Hatta Kızılırmak’a kadar ilerledi.Ne var ki Emir Gazi aman vermedi ve Kastamonu’yu tekrar ele geçirdi.1334’de Emir Gazi’nin ölümünü fırsat bilen Bizans,şehri bir kere daha düşürdü.Bu defa da Selçuklu-Danişmendli ittifakı Muhammed’in ölümüne kadar Danişmendlilerin elinde kaldığı anlaşılıyor(1143).Daha sonra bölge,Selçuklu İzzedin Mesud’a geçecektir.İzzedin Mesud ölmüş(1155),3 oğlundan biri olan Şahinşah,Ankara-Çankırı ve Kastamonu bölgesi meliki olmuştur.Babasından sonra tahta geçen 2.Kılıç Aslan,kardeşiyle yaptığı mücadeleyi kazanarak Kastamonu havalisinin de hakimi olacaktır.1176 Miryokefalon Muharebesi ve zaferiyle kesinlik sağlamıştır.

 

Türkiye Cumhuriyeti’nde uygulanan sıkı yönetim bölgesi tayinlerde de Ankara-Çankırı-Kastamonu bölgesinin bir tutulması,tarihi ilginç bir paralellik arzetmektedir.Tarihte bu üç noktanın beraber mütala edilmesinin sebepleri;

 

a)Bölgede,Anadolu’nun içinden Karadeniz’e ulaşan bir ticaret yolunun bulunuşu.Bu ticaret yolu,Antalya-Konya-Ankara-Çankırı-Kastamonu ve Sinop istikametinde uzanmaktaydı.

 

b)Anadolu’nun fethinde ,dolayısıyla bölgenin fethinde askeri ikmal,Ankara-Çankırı-Kastamonu istikametinde gerçekleşmiştir.O devrede,doğudan,kuzeyden ve batıdan böyle bir ikmalin gerçekleşmesi mümkün değildi.Milli Mücadele de aynı yol bu defa Karadeniz’den başlayarak ikmal yolu olarak kullanılmıştır.

 

c)Adı geçen bölgede gerçekleşen Oğuz yerleşimin genelde paralel olduğu gözlenmektedir.Avşar,Dodurga,Kara-evli Yüregil,Kayı gibi boyların bölgede ağırlıklı olarak tespit edilmiştir.

 

1196 tarihinde Anadolu Selçuklu tahtına oturan Rükneddin Süleymanşah bölgeyi kesin olarak merkeze bağlamıştır.Bundan böyle Kastamonu’nun tamamen Türk İskanına alındığını ve önemli bir ‘’Uç’’ teşkilat merkezi olduğunu görüyoruz.

 

 

 

 

 

2-1220 Alaeddin Keykubad ‘ın Saltanatından 1243 Kösedağ Meydan Muharebesine Kadar Kastamonu

 

 

 

 

Bu dönemde Kastmonu daha önce belirttiğimiz gibi ‘Uc’’ teşkilatı merkezi olmuştur.Türkler özellikle rakip düşman sınırına yakın yerlerde organize askeri teşkilatlar bulunduruyorlardı.Buna kısaca ‘’Uc’’ deniyordu.Selçuklu ‘’Uc’’larında  askerlikte başkomutan manasında ‘Beylerbeyi’ bulunuyordu.’Uc’ teşkilatının varlık sebebi,hem devleti korumak, hem de gerektiğinde sınır ötesinde gaza yapmaktı.Bu teşkilatlar askerlikte bir nevi erken uyarı sistemi oluşturuyorlardı.İşte Alaeddin Keykubad devrinde,Kastamonu’nun ‘Uc’ merkezi haline getirildiği ve beyerbeyi olarak da Hüsameddin Çoban Bey,Kastamonu bölgesini idare etmek ve sınır ötesi askeri harekatta bulunmak konusunda çok güzel vazife ifa edecektir.

 

Alaeddin Keykubad,Suğdak’ın Moğallar tarafından işgal edilmesi üzerine,Hüsameddin Çoban’ı Sinop’tan Kırım’a sevk edilen ordunun kumandanlığına tayin eder.Hüsameddin Çoban bu seferden çok büyük bir başarıyla dönecektir.Dönüşünde Sinop ve Kastamonu servete garkolacaktır.

 

 

3-1243 Moğol İstilasından Sonra Kastamonu

 

Moğol istilasından sonra da Kastamonu bölgesi,önemli Türk bölgesi olarak varlığını sürdürmüştür. Bu önemin git gide daha da artığı bir gerçektir.Moğol istilasından itibaren ‘’Uç’’ bölgelerindeki Türk nüfusunun çok arttığı gözlenir.Hatta bazı tarih araştırıcıları bu durumu belirterek,Moğol istilasının hayırlı bir yönünün de olduğu şeklinde yorumlar yapmıştır.Nitekim bu devrede Ibn Sa’d kayıtlarında ‘‘Uc’’ sayılan,

Denizli Havalisinde 200 000 çadır,

Eskişehir-Kütahya civarında 300 000 çadır,

Kastamonu havalisinde 100 000 çadır halkı bulunmaktadır.Bu da yuvarlak hesap olarak 4-5 milyonluk nüfusa tekabül etmektedir.1922’de tahminen nüfusumuz 9 milyon olduğuna göre 1265’lerdeki bu nüfus hiç de küçümsenecek bir rakam değildir.

Yine değerli hocamız Prof.Dr.Faruk Sümer’in tespitlerine göre,Kastamonu havalisinde 6 Kayı,2 Kara evli,5 Dodurga,9 Avşar,4 Çavuldur,6 Çepni,8 Eymür,6 Yüreğir,8 İğdir,3 Büğdüz adınla yerleşim alanı mevcuttur.Bu durum tam bir Oğuz yerleşimine delalet etmektedir.

 

1922 yılında ise Anadolu’da Moğol idaresine karşı büyük bir Türk ayaklanması vukübuldu.Selçuklu Hanedanının önderliğinde yapılan bu ayaklanmada,Kastamonu hakimi Çobanoğlu Muzafferüddin Yavlak  Arslan, yine öncüydü ve sonuçta yapılan muharebede hayatını kaybetti.Bu olay,Çobanoğulları Beyliğinin müstakil olarak kurulmasını sağladı.

 

Kastamonu’nun önemi sadece askeri yönden değildir.Bölgenin iktisaden de önem kazandığı malumdur.Moğol hakimiyeti döneminde Selçuklu veziri Mahmut Tuğrai buranın geliri fazla olduğu için kendisine ıkta olarak ayrılmıştı.

 

Buna paralel olarak ,Kastamonu’da kültür ve imar faaliyetlerinin de son derece ileri gittiği bilinmektedir.Selçuklular döneminde bu şehre bazı eserlerin yapıldığını biliyoruz.Fakat günümüze kadar geleni pek yok.Lakin yine de hayıflanmıyoruz.Zira bizim için bölgenin ve ötesinin Türk vatanı olmasından daha büyük eser olmazdı.Bunun için gururluyuz,kıvançlıyız ve ecdadımıza minnet duyuyoruz.

 

YRD.DOÇ.DR.REFİK TURAN

KASTAMONU TARİHİNDE AHİLER VE ESNAF KURULUŞLARI 

 

Anadolu’nun fetih yüzyıllarında,millet ve inanç birliğinin kuruluş çağında çok yaygın ve toplum hayatı için çok önemli bir teşkilatla karşılaşılıyor.Yeni kazanılan yurtta,kent ve kasabalarda, bir çok yararı yanında,özellikle ekonomik düzenin kuruluşunda başlıca amil olan bu teşkilat,bilindiği üzere,ahilik müessesesidir.Anadolu ahileri sosyal yardımlaşmanın,dayanışmanın,iş bölümünün,çalışma ahlakının,hizmetiçi,bir başka deyişle iş başında eğitimin,standartlaşmanın,kalite kontrolünün,narhın ilk güzel örneklerini veriyorlar.

 

 

XIV.yüzyılın ilk yarısında Anadolu’da bir seyahat yapan ve genelikle ahi zaviyelerinde konaklayan Kuzey Afrikalı gezgin İbni Batuta ‘’ Tuhfetü’n-nuzzar fi garaibi’l emsal ve acaibi’l efsar’’ adlı seyahatnamesinde Kastamonu şehrini şöyle anlatır:

‘’ Bu şehir,Anadolu’nun en büyük,en güzel beldelerinden biridir.Yaşamak için pek çok kolaylıkları olan,eşya fiyatlarının en ucuz olduğu yerler arasında da bulunmaktadır.Burada kulağı ağır işittiği için utruş sağır sanı ile tanınan bir şeyhin dergahına konduk.Onun garipsenecek bir halini müşahede ettim.Öğrencileri arasından biri sorularını,parmağı ile kah havada,kah yerde dolaştırmakta,şeyh efendi de bunları anlayarak gerekli cevabı vermekte idi. Bu şekilde kendisine ne anlatılmak isteniyorsa,hepsini anlayabilmekte idi.Bu şehirde kırk gün kaldık .İki dirhem vererek besili bir koyun alıyor ve yine iki dirhemle bize yetecek kadar ekmek sağlıyor ve bu nevale bizlere tam bir gün yetiyordu.Kafilemiz on iki olup,iki dirhemlik bal helvası alsak hepimiz doyuyorduk.Bir dirhemlik  kestane ile ceviz aldık mı,hepimiz yesek dahi yine de artıyordu.Kışın en şiddetli Günlerini geçirdiğimiz halde bir yük odunu tek bir dirhemle satın almak mümkün idi.Bugüne kadar dolaştığım bunca ülkede bu şehir kadar ucuzuna rast gelmemiştim.

 

İbni  Batuta Kastamonu’dan ayrıldıktan sonra konakladığı iki zaviyeden söz eder;bunlardan biri  Fahreddin Beğ tarafından yaptırılmıştır.Seyhah çok beğendiği bu zaviyeyi şöyle tasvir eder:

 

‘’Böylece Kastamonu’dan ayrılarak yol üzerinde,köylerden birinde bu ülkede gördüğümüz zaviyelerin en güzeli,en büyüğü olan bir dergaha uğradık.Burasını,devrin şanlı hükümdarlarından biri olan ve varlığını Tanrı Teala hazretlerine adamış bulunan Fahreddin Beğ yaptırmıştır.Tekkenin bakım işlerini,içinde kalan dervişlerin düzenini oğluna vermiş ve oradaki köyün gelirini de bu işler için vakfetmiştir.Dergahın avlusundan gelen geçen dervişlerin temizlenmeleri için ayrıca bir de hamam inşa ettirmiş,köyün ortasında bina edilen çarşıya ise Ulucami’nin giderlerine tahsis etmişti.Harem-i Şeriften veya Suriye ,Mısır,Irak ,İran ve Horasan ile öteki ülkelerden gelecek dervişlere dergaha indikleri gün tam takım bir kat elbise ile yüz dirhem ödenmesini,yağ ve helva verilmesini,ayrıca Anadolu’da dolaşan bütün dervişlerin tekkede üç gün misafir edilerek on dirhem harçlık almalarını şart koşmuştu.’’

 

Bol gelirli bir zaviye olduğu anlaşılan bu kuruluşunun tasavvuf yönü daha ağırlıklı gibi görünürken İbni Batuta’nın zikrettiği ikinci zaviye tam bir ahi tesisi olarak tanıtılır:

 

‘Buradan ayrıldıktan sonra geceyi çevresi ıssız yüksek bir dağın tepesinde,Kastamonulu Ahi Nizameddin ‘in yaptırdığı tekkede geçirdik.Bu tekkenin masrafları ve gelen geçen yolcuların yiyecekleri,gelirlerini vakfettiği,bir köyden karşılanmaktadır.

‘Bu zaviyeden ayrıldıktan sonra Sinop’a ulaştık’’ diyen İbni Batuta Sinop’ta Ahi İzzeddin Çelebi’nin zaviyesinde misafir olmuştur.

 

Belgelere göre Kastamonu’daki asıl ahi zaviyesi,Ahi Şorve’nin kurduğu zaviyedir.Bu zaviyenin vakfiyesindeki tarih 703 H.(1303 M.)dir.Ahi Şorve’yi Ahi Şarva diye okuyan Prof.Dr.Yaşar Yücel’’XII-XV. Yüzyıllar Kuzeybatı Anadolu Tarihi Çoban-oğulları Candar-oğulları Beylikleri’’ adlı eserinde bu zaviye ile ilgili olarak şu bilgiyi verir:

 

‘’Örneğin,Ekim sonları 1303 (Evasıt-ı R.Evvel 703)tarihli vakfiye,Kastamonu’da daha ne zaman,Türk yerleşmesinin hangi boyutlara ulaştığını ve vakıf kurumunun hangi fonksiyonları yüklendiğini göstermektedir.Vakfiyeden anlaşıldığına göre,Şarva adlı bir şeyh,kendi mülkü olan,Kastamonu tevabiinden Hisarcık ve Değirmençayırı  adlı mevzileri;Kozkaya nahiyesinden Kızılcaviran denilen yeri; Akçaviran nahiyesinden Seyrelik(Süpürgelik diye de okunmaktadır)adlı mevzii;Kastamonu tevabiinden Göl adlı mahalle tabi Karasu nahiyesinde bulunan Terkeşe(Türkeşe diye de okunmaktadır) adlı çiftliği,Kastamonu’daki zaviyesinde vakfetmektedir.’’

 

(Vakıflar U.Md.Arşivi Defter No.591,s.12)

 

Yine Kastamonu tarihlerinde geçen bir zaviye de ’’Dualı Seyid Zaviyesi’’ adını taşımaktadır..Candaroğlu Gıyaseddin İbrahim Bey,Kastamonu’yu tabi Azdavay nahiyesindeki Savaş adlı yeri Şeyh Mahmud ve evladına terk,tahsis ve vakfeylemiştir,şeyh sonradan burayı zaviye haline getirmiş,adına da (Dualı Seyid Zaviyesi) koymuştur.Vakfiyede yazılı olan 705 H.(1305) tarihinin 745 H.(1344-45) olması gerektiğinde Kastamonu tarihlerinde de belirtilmiştir.

(Vakıflar U.Md.Arşivi Defter No.582,s 271)

 

Ahi Şorve Zaviyesi’ninki başta olmak üzere bütün bu tesislerin vakfiyelerinde vakıf gelirlerinin bir kısmının,bazen çok büyük bir parçasının ayende ve revendeye yani gelen ve gidenlere ve orada ikamet eden fukara ve miskinlere sarf edilmesi şart koşulmaktadır.Ancak insanların hazır-yiyiciliğe alışmamaları için bir zaviyede üç günden fazla konuk kalmamaları ahi geleneklerindendir.İbni Batuta gibi ilminden,fazlından,bilgisinden,görgüsünden yararlanılan konuklar bu şartın dışında kalmaktadırlar.

 

Zaviyelerden farklı kuruluşlar olmakla birlikte imaretler de bazı fonksiyonları açısından zaviyeleri andırılar.Nitekim Candaroğlu İsmail Bey imaretinde gelen misafire ilk üç gün akşam ve sabah ‘’müteferrik ve malum’’ diye belirtilen ziyafet verilecek,yalnız akşamları hayvanlarına ot,kendilerine ilk indikleri zaman ceviz,bal,peynir ve benzeri hazır şeylerden ibaret kahvaltı sunulması vakıf şartları arasında kayıtlıdır.

 

Kastamonu Yakup Ağa İmareti’nin camii 945 H.(1547 M.) de Reisü’lhazinin(kilercibaşı)Yakup  ağa  tarafından yaptırılmıştır.İmaret yakınındaki demirci ve çilingir dükkanları dikkati çeker.Üzeri kiremit kubbeli bu geniş dükkanlarda izabe ve tasfiye mahalleri bulunduğu,bunların adeta bir maden fabrikası gibi çalıştıklarını Mehmet Behçet (Yazar) ‘’Kastamonu Asar-ı Kadimesi’’ adlı eserinde yazmaktadır.

 

Nitekim Katib Çelebi ‘’Cihannüma’’ adlı eserinde(s.648) Liva-i Kastamonu faslında:

‘’Küre-i Nuhas bunun nahiyesi olmağa ekser avani bu şehirde işlenir,etrafa gider.’’ Demektedir.

 

Tosya’dan bahseden Evliya Çelebi ise ‘’Seyahatname’’sinde esnaf hayatıyla ilgili olarak şöyle der:

 

‘’Yedi han ve hamamları ve 340 dükkanları ve kahvehaneleri bir de demir kapılı bazaristanı  vardır ki her güne meta ‘bulunur.Amma cümle halkının karları muhayyer dokumaktadır.Onun için bedestende muhayyer ziyade alınıp satılır.Kozlu ve leblebili helvası  memduhatdandır.Tatlı kutu bozası beyaz süt gibidir ve gayet meşhurdur.

 

Söz Tosya’dan açıldığına göre konumuz bakımından çok önemli olan ir şahıs üzerinde durmak gerekir.Bu şahıs Tefsiri Mevlana Şeyh Mustafa’dır.Ebu Hafs Haddadi,bir diğer deyişle Çilingir Baba diye de tanınan bu zat yaklaşık olarak 1640 -1733 yılları arasında yaşamıştır.Tefsiri Mustafa Efendi ahilikle ilgili bir takım görevleri üstlenmiştir.Bunlardan sofçu ve debbağ esnafı şeyhliği ve ahi babalığı,Hüseyin Sıdkı Köker’in

‘’Vakıflar Dergisi’’nde yayınladığı belgeye göre 6 Recep 1130(1718 M.) tarihinde kendisine verilmiştir.İplik Pazarı ve Bedesten duacılıkları,zaviyedarlık(taamiye),iplik vezzanlığı,tahmisi-i kahve ve şem’hane hizmetleri sayılabilir.

 

Şemseddin Sami ‘’Kamusü’l –A’lam’’ adlı ansiklopedik eserinde Kastamonu için:

‘’Vilayetin ekser taraflarında pamuk ve ketenden bez,döşemeli,yelken bezi,alaca,manuse,urgan vesaire nescolunarak ahaliyi mahalliye taraflarından istimal ve biraz miktarda ihrac olunur.’’demekte,bütün vilayette dükkan ve mağaza sayısını 5080,su değirmeni adedini 287,kiremidhane sayısını 28 olarak vermektedir.

Yine Kastamonu vilayeti için genelde dokumacı esnafı hakkında ‘’Kamusü’l-  A’lam’’da şu satırlara da yer verilmiştir:

 

‘’Vilayetin ekser taraflarında pamuk ve ketenden bez,döşemelik,yelken bezi,alaca,manuse,urgan ve saire nescolunarak ahali-yi mahalliye taraflarından istimail ve biraz mikdarı da ihraç olunur.’’

 

 

XIX.Yüzyıl sonlarına doğru Kastamonu’da esnaf ve sanatkar hayatının bir gelişme içinde olduğu görülür.Mesala 1289 H.(1872 M.) yılı ‘’ Kastamonu Salnamesi’’nde  Kastamonu merkez kazasında bir yıl içinde 245 dükkanın yeniden yapılıp veya onarıldığı bildirilmektedir.Bu sayı Taşköprü ilçesinde 2 dükkan,2 kahvehane,İnebolu’da 6 dükkan,4 mağaza,birer tane kahvehane,kiremit fırını,değirmen ve su hızarı,Tosya’da 69,Daday’da 9 dükkan,birer kahvehane,Cide’de 19 dükkan,1 ekmek fırını’’dır.

 

1293 H.(1876) yılı salnamesinde Kastamonu merkez ilçesinde 1319 dükkan,43 han,14 hamam,5 değirmen; Devrakani ilçesinde 190 dükkan,5 han,2 hamam,1 değirmen; Göl nahiyesinde 4 hamam,45 değirmen,7 su hızarı;Taşköprü’de 399 dükkan, hamam,10 han;İnebolu’da 862 dükkan,9 hamam,28 han,281 değirmen,151 su hızarı, Tosya’da 460 dükkan,5 hamam,15 han,60 değirmen,8 su hızarı; Araç’ta 47 dükkan,2 han,36 değirmen,36 su hızarı; Daday’da 80 dükkan,5 han,48 su hızarı,30 değirmen; Akkaya’da 53 değirmen,9 su hızarı;Kozika nahiyesinde 45 değirmen,12 su hızarı olduğu yazılıdır.

 

Yine XIX.Yüzyıl sonlarında Anadolu şehirlerinin ekonomik durumu üzerinde duran Vitial Cuinet ‘’ La Turquie d’Asie’’ adlı kitabında 1894 yılında 1751 dükkan,80 mağaza,42 han,30 kahvehane,5 değirmen,25 fırın,15 hamam,2 imaret bulunduğuna işaret eder.Şehirdeki sanatlar arasında marangozluk,dülgerlik,deri ve sahtiyan işlemeciliği,dokumacılık,bakır dövmeciliği,yazma ve tülbent işleme ve boyacılığı,kıyılarda tekne ve sandal yapımı sayılır.Cuinet’ye göre Kastamonu’dan dışarıya çeşitli tahıl ürünleri,çeltik,yaş meyve,mazı,keten tohumu,afyon,bal mumu,mahmude otu,kitre,fasulye,sarı boya,salep,yumurta,canlı hayvan,çeşitli kayvan postu,yün tiftik,tuzlanmış balık,yün kuşak,keten ve kenevir dokuma ve çeşitli bezler,keten,kenevir,halat,kereste,ceviz tomruğu,yakacak odun,deri,demir satılmaktadır.

 

Sonuç olarak denilebilir ki Kastamonu’da ahilerle başlayan sanat,meslek ve esnaf hayatı yüzyılımız başlarına kadar yıldan yıla gelişerek devam etmiş,Kastamonu sanatkar ve esnafı dışa yansıdığı kadarıyla şehre istikarl bir toplum hayatı sağlamıştır.

 

DR.MÜJGAN CUMBUR

 

MEMLÜK KAYNAKLARINA GÖRE  XV. YÜZYILDA KASTAMONU VE ÇEVRESİ

 

Türkiye Tarihi’nin XI-XV. Yüzyıllar arasındaki devrini incelemek isteyenler,Türkçeden başka dillerde yazılmış,muhtelif türden kaynaklara da başvurmak mecburiyetindedirler.Bu mecburiyet,Türkiye’mizin bu devrine ait yerli kaynakların fevkalade az oluşunun yanı sıra,bunların verdiği bilgilerin yetersiz olmasından da gelmektedir.Esasen bu durum,Milli tarihimizin parlak bir halkasını teşkil eden Osmanlı devri hariç,Türk tarihinin bütünü için de aynıdır.Fakat biz bu konuyu girmeksizin,tebliğimizin konusu olan,XV. Yüzyılda Kastamonu ve çevresi üzerinde duracağız.

 

XV. Yüzyıl Türkiye Tarihi araştırmları için Türkçe dışında,Arapça ve Farsça olmak üzere,pek çok dilde yazılmış kaynaklara başvurmak gerekir.Biz bunlardan sadece Arapça yazılmış olan Memlük kaynaklarının XV. yüzyılda bu bölge hakkında vermiş olduğu bilgilere dikkat çekmeğe çalışacağız.

 

Kastamonu ve yöresi hakkında bilgi veren Memlük kaynaklarını şu ana başlıklar altında toplayabiliriz:

 

1-Vakayinameler

2-Seyahatnameler

3-Coğrafi Eserler (Memalik ve Mesalik’e dair eserler)

4-Devlet Teşkilatına Dair Eserler

5-Biyografya  Eserleri

 

XV.Yüzyıl Memlük vakayinamelerin en meşhurları:

 

1-Takiyüddin Ahmed b. Ali el-Makrizi (ö.1442)’nin ‘’Kitabu’s Süluk li-Ma’rifet-i Düvwli’l Müluk’u

 

2-Şihabuddi Ahmed b.Haceri’l-Askalani (ö.1448)’nin ‘’ İnbau’l Gumr bi-Ebnai’l-Ömr’’

 

3-Bedrüddin Mahmud b.Ahmed el-Ayni(ö.1451)’nin ‘’Ikdu’l-Cuman fi Tarih-i  Ehli’z Zaman ve

4- Cemalüddin Yusuf b.Tanrıverdi (ö.1470)’nin ‘’en-Nücumü’z Zahire fi Müluk-i Mısır ve’l –Kahire’’ adlı eserleridir.

 

Çeşitli sebeplerle Mısır’dan kaçan Memlük ümerasının Anadolu’ya giderek orada muhtelif beylerin hizmetine girdikleri bilinmektedir.İşte bunlardan birisi de Devadar Canıbek es- Sofi idi.1424 yılından beri kendisinden haber alınamayan Canıbek H.838( 1435) yılı Haziran ayında ortaya çıkmıştı.O,bu müddet zarfında bir ara İsfendiyaroğlu’nun yanında kamıştı.

 

Candar -oğulları Beyliği’nin hudutlarını pek iyi bilmediği anlaşılan el Makrazi H.840 ( M.1436/37)yılında İsfendiyar Bey’i ‘’ Anadolu’nun bir kısmının hakimi’’olarak zikretmektedir.

 

El-Ayni’de de , XV. Yüzyıla ait,İsfendiyar- oğulları ile ilgili üç kayıt bulunmaktadır.Bunlardan birisi,Dimaşk’ı aldığı zaman Timur’a elçi olarak gönderilmiş olup kendisinde Timur tarafından adının anlamı sorulduğu zaman bilememiş olan Memlük ümerasından Beysak eş-Şeyhi’nin 25 Ekim 1412 tarihinde Sinop hakimi Emir İskender’in yanından Kahire’ye dönmesin; diğeri H.832 ( M.1428/29) yılında Sinop,Samsun ve diğer yerlerin hakimi olarak Emir İsfendiyar’ın zikredilmesi ve nihayet aynı yıl içinde (1429 yılı Ocak ayında) Samsun ve Sinop ülkesi hakimi Emir İsfendiyar’ın elçisinin hediyelerle,elçi olarak Kahire’ye gelmesi haberidir.Memlük sultanı Barsbay bu elçiye çok iyi davranmış ve onunla ‘’mahdumuna ‘’(yani İsfendiyar Bey’e) değerli armağanlar göndermişti.

 

İkinci gruba giren eserlerden XV. Yüzyılın ilk yarısına giren ait olanlar yoktur.Fakat,XIV.yüzyılın ilk yarısında Kuzey-Batı Anadolu’yu da gezmiş olan meşhur Arap seyyahı İbn Batuta (ö.1377) ‘nın, o tarihte bu yöre hakkında verdiği bilgilerin,bilhassa içtimai tarih bakımından, XV. Yüzyıl için de doğru olduğunu söylemek pek yanlış olmaz.Bu sebeple biz burada İbn Batuta’nın Kastamonu ve çevresi hakkında verdiği bilgileri Arapça aslından aynen tercüme ediyoruz:

‘’(s.255/327) Sonraki gün yola çıktık ve Keredi Bolu(Gerede) şehrine vardık.Burası düz bir yerde kurulmuş büyük bir şehirdir.Yolları ve çarşıları geniş ve güzeldir.Fakat çok soğuk bir yerdir.Şehir birbirinden ayrı mahallelerden meydana gelmektedir.Her bir mahallenin halkı diğeri ile ihtilat etmez.’’

 

GEREDE SULTANI

(Buranın) Sultanı Şah Bey’dir.Bu ülkenin sultanlarının ortancalarıdır.Sureti ve sireti güzel,iyi ahlaklı,fakat eli biraz sıkı biridir.Bu şehirde Cuma Namazı’nı kıldık ve şehirdeki zaviyeye indik.Burada Hatib ve Fakih Şemseddin ed-Demaşki el-Hanbeli ile karşılaştım.Kendisi yıllardan beri burada yurt tutmuş,çoluk-çocuğa karışmıştı.Sultan’ın Hatibi ve Fakihi idi.Sultan’ın katında sözü dinlenirdi.Zaviye’de bizi ziyarete geldi ve Sultan’ın Bizi ziyarete geldiğini bildirdi.Kendisine teşekkür ettim.Sultan’ı karşılayarak selamladım.Oturdu,hal ve hatırımı sordu.Nereden geldiğimi ve Sultanlardan kimlerle karşılaştığımı sordu.Sorularını cevapladım.Biraz oturduktan sonra kalkıp gitti.Bana koşumlu bir hayvan ve elbise gönderdi.

 

 

Oradan Borlu(Safranbolu) şehrine gittik.Burası bir tepe üzerinde küçük bir şehirdir.Altnda bir hendek ve yüksek bir kalesi vardır.Orada güzel bir medreseye indik.Bizimle birlikte seyahat eden (Mudurnu’lu)Hacı orada ders görüp müderrisini ve talebelerini tanıyordu.(s.328)Hanefi Mezhebi’ndendi bu şehrin beyi,(s.256) biraz sonra zikredeceğimiz Kastamonu Beyi el-Mükrim Süleyman Padişah’ın kardeşi,Ali Beğ’dir.Bizi kaleye davet etti.Katına çıktık.Onu selamladık.Bize hoş geldiniz diyerek ikramda bulundu.Bana seyahatlerimi ve ahvalimi sordu.Cevapladım.Beni yanına oturttu.Kadı’sı ve Katib’i Hacı Alaeddin Mehmed geldi.O Katib’lerin büyüklerindendi.Yemek geldi.Yedik.Sonra Kari’ler,ağlatıcı nağmeler ve güzel makamlarla,Kur’an okudular ve ayrıldık.

 

KASTAMONUYA GİRİŞ

 

(s.329)Ertesi gün Kastamonu’ya müteveccihen yola çıktık.Kastamonu (Anadolu’daki) şehirlerin en büyük ve en güzellerindendir.Mahsulü bol ve ucuzdur.

Kastamonu’da kırk gün kadar kaldık.Burada,besili bir kuzunun yarısını iki Dirhem’e satın alıyorduk.Keza iki Dirhem’lik ekmek,on kişilik kafilemize bütün gün yetiyordu.İki Dirhem’e aldığımız bal helvası hepimize yetiyordu.Bir Dirhem’lik ceviz ve kestaneyi hepimiz yiyorduk ve artıyordu.Soğuğun en şiddetli zamanında  bir yük odunu bir Dirhem’e alıyorduk.Hiçbir ülkede fiyatları bu şehirden daha ucuz bir yer görmedim .Burada ulemanın büyüklerinden  Taceddin es-Sultanöyüği ile karşılaştım.Kendisi aynı zamanda Müftü’lük yapan alim bir Müderris ve İmam idi.Irakeyn’de ve Tebriz’de okumuş,bir müddet Tebriz’de kalmış,Dimaşk’ta ders görmüş ve Haremeyn-i Şerifeyn’de mücavirlik yapmıştı.Yine burada alim bir müderris olan Sadreddin Süleyman el-Finiki’yi gördüm.Kendisi Anadolu ülkesindeki Finike şehrinden idi.Beni At Pazarı’ndaki (s.257) Medresesine konuk etti.Bu şehirde yaşlı,Salih bir Şeyh gördüm.Adı Dada(Dede) Emin Ali,At Pazarı yakınındaki zaviyesinde onu ziyaret ettim.Sırtüstü uzanmıştı.Ben varınca müritlerinden biri onu oturttu.Bir diğeri de kaşlarını kaldırdı.Bunun üzerine gözlerini açtı.Benimle fasih Arapça konuştu.Bana ‘’Hoş geldin ‘’ dedi.Yaşını sordum.Dedi ki :’’ Halife el-Mustansır Billah’ın arkadaşı idim.O öldüğü zaman ben otuz yaşında idim.Şimdi yüz atmış üç yaşındayım.’’Hayır duasını istirham ettim.Benim için dua etti ve yanından ayrıldım.

 

 

KASTAMONU SULTANI

 

Kastamonu Sultanı el-Mükrim(Cömert) Süleyman Padişah’tır.Oldukça yaşlıdır.Yetmişine yaklaşmıştır.Güzel yüzlü,uzun sakallı,vakür ve heybetlidir.Dervişlerle ve Salihlerle oturup kalkar. Ben de meclisinde huzura çıktım.Beni yanı başına oturttu ve halimi ve hatırımı sordu.Nereden gelip nereye gittiğimi ,Haremeyn-i Şerifeyn’i,Mısır ve Şam’ı sordu.Cevap verdim.Kendi yakınına indirilmemi emretti.O gün kağıt renginde bir at (Kula) ve elbise verdi.Benim için yiyecek ve hayvan yemi tahsis etti.Daha sonra da bana buğday ve arpa (verilmesini ) emretti.Bunları satmak için şehire yarım günlük mesafedeki bir köye gönderdiyse(s.330) de fiyatların düşük olması sebebiyle alıcı çıkmadı ve ben de bizimle birlikte seyahat eden(Mudurnu’lu) Hacı’ya verdim.

 

Bu sultanın adeti o idi ki her gün ikindi namazından sonra Meclis kurar,yemek getirilir,kapılar açılır,şehirli-göçebe,garipveya yolcu herkes bundan yerdi.Sabahleyin erkenden hususi bir Meclis’te oturur;oğlu gelir ve ellerini öper ve Meclis’teki yerine otururdu.Devlet erkanı gelerek onunla birlikte yerler ve ayrılırlardı.Cuma günleri evinden bir hayli uzakta olan camiye atla giderdi.Bu cami ahşap olup üç katlıdır.Sultan,Devlet erkanı,kadı,fakihler ve asker,n ileri gelenleri en alt katta namaz kılarlar;Sultanın kardeşi olan Efendi,arkadaşları,hizmetçileri ve şehir halkından bir kısmı,orta katta namaz kılarlar;Sultan’ın Veliahdi olan en küçük oğlu ki  El-Cevad diye anılırdı- arkadaşları ve memlükleriyle(s.258) hizmetçiler ve halkın geri kalan kısmı da en üst katta namaz kılarlar.Kari’ler Mihrab’ın önünde bir halka teşkil ederek otururlar,onlarla birlikte Kadı ve Hatib de oturur,Sultan da Mihrab’ın karşısında olur.Kari’ler güzel sesleriyle Kehf Suresini okurlar ve çok güzel bir tertip ile ayetleri tekrar ederler.Kıraat bitince Hatib Minber’e çıkar,Hutbe’yi okur ve sonra Cuma kılınır.Cumayı kıldıktan sonra Nafile namazı kılarlar.Kari’lerden biri Sultan’ın önünde bir Aşır okur.Ondan sonra Sultan ve maiyeti camiden ayrılırlar.Sonra Kari,Sultanın kardeşi  önünde okur.Kıraat bitince o da ayrılır.Sonra Kari Sultanın oğlunun önünde Aşır okur.Kıraatını bitirince ,Muarrif(Müezzin) kalkar ve Türkçe bir şiir ile Sultanı över;oğlunu medhedip ,ikisi için dua eder ve gider.Sultanın oğlu yolda,kendisi ayakta beklemekte olan amcasının elini öptükten sonra ,babasının evine gelir.İkisi birlikte Sultanın huzuruna çıkarlar.Önce kardeşi Sultanın elini öper ve yerine oturur.Diğer yakınları da otururlar.İkindi vakti gelince hep birlikte namazı kılarlar.Namazdan sonra kardeşi Sultanın elini öperek Meclis’ten ayrılır.Gelecek cumaya kadar bir daha Sultanın yanına gelmez.Oğluna gelince,daha önce söylediğimiz gibi,o her sabah,babasının huzuruna gelir.

 

 

Sonra buradan ayrıldık ve Sinop şehrine gittik.Burası güzellik  ve muhkemliği kendisine birleştirmiş,muazzam bir şehirdir.Doğu tarafı hariç,diğer tarafları denizle çevrilidir.Doğuda bir kapısı vardır.Beğ’in izni olmadan bu kapıdan,hiç kimse içeri giremez.Sinop beyi yukarıda zikrettiğimiz Süleyman Padişahın kardeşi İbrahim Beğ’dir.

 

HİKAYE

 

Sinop’a girdiğimizde,halkı namaz kılarken bizim el bağlamadığımızı görüp,kendileri Hanefi Mezhebi’nden oldukları için,Maliki Mezhebi’ni ve ona göre  namazın nasıl kılındığını bilmediklerinden,bizi Rafızi  zennettiler.Halbuki Maliki Mezhebi’nde muhtar olan,ellerin yana salınarak namaz kılınmasıdır.Şehir halkından bazıları Hicaz ve Irak’ta Rafızi’lerin elleri yanda olarak namaz kıldıklarını gördükleri için,bizi de onlardan olmakla itham edip,bunun sebebini sordular.Biz de Maliki Mezhebi’nden olduğumuzu söyledik.Fakat bize inanmayıp,şüphelerinde devam ettiler.Nihayet Sultanın naibi bize bir tavşan gönderip,onu getiren hizmetçiye,tavşanı ne yapacağımızı gözetlemesini tembih etmiş.Bizim tavşanı keserek pişirip yediğimizi gören o adam inip naibe haber vermiş.Böylece biz de töhmetten kurtulduk.Sonra da bizi ziyafete çağırdılar.Rafizler tavşan yemez.

 

 

Coğrafi eserler (Mesalik ve Memalik’e dair eserler),umumiyetle bir ülkenin ve o ülkedeki şehirlerin,o zaman bilgisine göre,dünyadaki yerini tespit ederler ve o ülkenin çeşitli özellikleri hakkında genel bilgi verirler.Bu bilgiler çoğu zaman,daha önce yazılmış coğrafi eserlerden nakiller şeklindedir.Ancak bazen şahsi müşahede veya şahitlerin ifadesine de rastlanmaktadir.Bu takdirde o bilgi bizim için fevkalade kıymat kazanır.XIV.yüzyılın ilk yarısında eserlerini yazan el-Ömer’in,’’Mesalikü’l-Ebsar fi Memaliki’l-Emsar ‘’ adlı eserinde,Anadolu hakkında verdiği bilgi bu kabildendir.O,Şeyh Haydarü’l-Üryan ve Ceneviz’li Balaban’dan naklen Anadolu hakkında çok değerli bilgiler vermektedir.Bu vasfı dolayısıyla,bu eserdeki bilgiler mütehassıslarca erkenden değerlendirmelere tabi tutulmuş olup,son olarak da ‘’Anadolu Beylikleri Faslı’’ Türkçeye   tercüme edilmiştir.

 

Memlük Devlet Teşkilatına dair eserler,bize sadece bu devletin teşkilat ve merasimi ile ilgili değil aynı zamanda onların temasta bulundukları devletler hakkında da bilgi verirler.Bu bakımından bu eserlerde Türkiye Tarihiyle ve Anadolu Beylikleriyle ilgili kıymetli bilgiler vardır.Bunlar arasında ilk sırayı el-Ömer’in ‘’et-Tarif bi’l-Mustalahi’ş- Şerif’’i alır.

Şihabuddin b.el-Ömeri Memlük Devleti teşkilat ve merasimine dair yazdığı,İnşa Divanı’ndaki katipler ve daha sonraki müellifler için bir el kitabı mahiyetindeki bu eserinde,Anadolu’daki Türk Beyleri hakkında da bilgi vermektedir.Bunlardan birisi de Kastamonu sahibi olup,onun hakkında verilen bilgi aynen şöyledir:

‘’Kastamonu Sahibi

Kastamonu’nun son zamanlardaki hakimi Süleyman Paşa idi.Askeri çok,büyük bir beğ idi,heybetli ve kimseye temennası olmayan birisiydi.Sonra öldü ve beyliğine oğlu İbrahim Şah tevarüs eyledi.O,babasına asi idi,Onun rızasından dışarı çıkmıştı.Babası sağlığında Sinop’ta tek başına hakim idi.Sinop bugün onun beyliğine dahildir.Orada onun emri geçer.

 

Tabakat ve Teracim kitaplarında ise,çoğu zaman vakayinamelerin boş bıraktığı ilim,düşünce,tasavvuf ve din hayatı ile ilgili zevatın hal tercümelerini bulmak mümkündür.Bu sebeple,Memlüklar devrinde artık asırlara tahsis edilerek yazılan Tabakat ve Teracim’e dair eserler bu nokta-i nazardan dikkatle taranmalıdır.

 

PROF.DR.KAZIM YAŞAR KOPRAMAN

CEVAHİRÜ’L –ESDAF’IN MÜELLİFİ VEYA MÜTERCİMİ MESELESİ

 

‘’…De ki :Rabbimin sözleri için deniz mürekkep olsa ve bir o kadar da daha yardımcı olarak ilave etsek Rabbimin sözleri tükenmeden o deniz tükenir’’ ayetinin yüce manası idrak ettikten sonra…Bu sebeplerdir  ki selefimiz olan ulemadan bazısı bilhassa Kur’an-ı Kerim’i ilgilendiren konulardaki eserlerinin nihayetine,edeplerinden dolayı isimlerini yazamamışlardır.Burada söz konusu edilen eser de böylesi kıymetli bir Kur’an mealidir.Kıymetli olduğu içindir ki asırlar boyu sahası elamanlarının zihinlerini işgal eden bu konuda,tahminler yürütülmüştür.İsmail Hakkı Uzunçarşılı,Ali Emiri Efendi’den ,bu tefsir sahibinin Çankırılı olup,İsfendiyar Beyin hocası olduğunu naklederken;kendi görüşü olarak da Kastamonu’da Tefsiri Alaeddin denilen Müfessir Alaeddin olması pek muhtemeldir demektedir.İlk defa gerçeğe uygun bir yaklaşım dikkat çekmekle birlikte beraber bu ihtimal zayıflatan bazı deliller mevcuttur.Şöyle ki : Müfessir Aleddin Efendi ‘nin vefatı 776/1374 tarihi veya daha önceki bir tarih olmalıdır.Zira adı geçenin Süleyman Paşa zamanında yaşadığı tahmin olunmaktadır.Süleyman Paşa takribi olarak 708/1309’da beğ olmuş ve bu beyliği 740/1339 tarihine kadar yani 30 yıl sürmüştür.Ahmet Gökoğlu’nun kayıtlarına göre türbede bulunan mezar taşlarının sahiplerinin Adil Bey zamanında öldükleri kabul edilse bile 746-762/134-1361 arası beylik yapan bu beyin dönemi bile,İsfendiyar Beyden hayli öncedir.Hatta sadece altıncı mezar kitabesinde bulunan 688/1289 tarihi emsal gösterilecek olursa bu ihtimal çok daha zayıflamaktadır ki mezkur tarih Candaroğulları Beyliğinin tarih sahnelerine çıkmalarından üç yıl öncesidir.

 

Cecahiru’l Esdaf,İsfendiyar Beyin oğlu Taceddin  İbrahim Beyin çoçukluğunda okuması için İsfendiyar Bey adına yaptırılmış bir tefsir olduğuna göre İbrahim Beyin doğum tarihinin bilinmesi,meselesi çözümünde yardımcı olacaktır.Bütün taramalara rağmen İbrahim beyin doğum tarihini tespit etmek mümkün olmadı.Bilinen husus,İsfendiyar Beyin 787/1383’de bey olup uzun süre beylik yaptığı,İbrahim Beyin ise 843/1440’da bey olduğudur. Kısa bir süre sonra da oğlu İsmail Bey,847/1443’de bey olmuştur.İbrahim Beyin kaç yaşında bey olduğu meçhulümüzdür.847 /1443’de vefatı ile yarine oğlu bey olduğuna göre kendisinin oldukça ileri bir yaşta bey olduğu kabul edilebilir. Her hal ü karda Nisaburi nisbetli birinin Kastamonu’da medfun Müfessir Alaeddin Efendi ile irtibatını kurmak mümkün olmamaktadır.Yukarıda da temas edildiği üzere Müfessir  Alaeddin Efendi’nin Farsça yazdığı bu tefsirinin Arapça naklini Nisaburi’ye emrettiğini bir an için kabul edersek,bu defa tekrar Türkçeye tercümesi yapan birinin bulunması,yani üçüncü bir alimin varlığını kabul etmemiz icap edecektir.Farsçadan Arapçaya daha sonra Türkçeye nakil ve tercümede bir çok dil ve imla hususiyetlerinin asliyetini kaybedeceği düşünülmelidir.

 

Müfessir Alaeddin Efendi şüphesiz ki maneviyatı büyük bir zattır.Fakat bu konuya ışık tutacak ve meseleyi halle yardımcı olacak bir belge elimizde mevcuttur.Şöyle ki : Şehirde ‘’Yılanlı Dergahı’’ diye meşhur ve ma’ruf  dergahının kurucusu ve piri Şeyh Abdülfettah-ı Veli’dir.Bu zatın vefatı 671/1272’dedir.Silsilede torunu eş-Şeyh el-Hacı Mustafa Tefsiri diye bir zat vardır.’’Tefsiri’’ sıfatı manalıdır.Yanlız bu zatı ,çok daha sonraki tarih olan 1050/1640-41 doğumlu,Tosyalı Tefsiri Mevlana Mustafa ile karıştırmamalıdır.Cevahiru’l-Esdaf  üzerinde yapılan çalışmalarda bu eserin telif veya tercüme tarihinin 803/1400 yılını aşmadığı,en uzak ihtimalle 808/1405 civarında olduğudur.Bu sonucu tarihi bile kabul etsek 671/1272’de dünyasını değiştiren Abdülfettah-ı Veli ile torunu Mustafa Tefsiri arasında 133 sene fark vardır.Bu tarihin öne alınması halinde yardımcı olacak tarih İbrahim Beyin  doğum tarihi veya vefatında kaç yaşında olduğudur.Aramalara rağmen bu tarihlere  hiçbir kaynaklara rastlanmadı.55 yıl beylik süren İsfendiyar Beyden sonra 843/1440’da bey olan İbrahim Beyden üç sene sonra 847/1443’de vefatı ile oğlu İsmail Beyin bey olması bir hususu açığa çıkartmamızda yardımcı olacaktır.Sadece üç yıl beylik süren İbrahim Beyin evli,çoluk çocuk sahibi biri olduğunu dikkate alırsak ve oldukça ileri yaşta bey olmasına da düşünürsek,söz konusu tarih,çok daha önce alınabilecek,böylece 133 yıllık fark azalarak muhtemelen yarıdan fazlasına,a’zami 100 sene civarına inecektir.Eserin telif veya tercüme tarihinin,kabul edilecek son tarih 1400 veya 140 olduğuna göre bunun çok dah öncesi olması eksiklik değil,bilakis makul telif veya tercüme tarihi olacaktır.Böylece ortaya çıkan rakam ise dede ile torun arasında kabul edilebilecek bir zamandır.Cevahiru’l –esdaf’ı tefsir veya tercüme eden bu zat olamaz mı?

 

 

SONUÇ

Kastamonu üzerine yapılan çalışmalardan daha çok,ilimler tarihi ve edebiyat tarihimiz için müphem ve mechul olarak kalan ve ehemmiyeti yüzyılları aşan bu eserin müellif,müfessir veya müterciminin kim olduğuna dair bir adım atabilmişsek mutluluk duyarız.

 

Burada sunduğumuz malzemeyi kullanarak konu hakkında kesin hüküm verecek olanlar,sahasının doğrudan mesai veren yetkili elemanlarındandır.Ancak bu tebliğimizin edebiyat tarihimize kalıcı bir malzeme kazandırdığını söyleyebilirim.

Bu tebliğ vesilesiyle adları geçen merhum alimlerimizi ve onların hamileri olan beyleri rahmetle anar tebliğimi saygıyla sunarım.

 

 

                              Doç,Dr,Abdulkerim ABDULKADİROĞLU

CANDAROĞLU İSMAİL BEY VE HULVİYYAT-I SULTANI ADLI ESERİ ÜZERİNE NOTLAR

 

Türkçenin kültür dili olmasına çok ehemmiyet veren Candaroğulları döneminde yazılan eserle şunlardır.

 

1-Allame Kutbüddin Mahmud b.Mes’ud Şirazi, h.709/m.1309da İntihab-ı Süleymani adında  İhyau’l-ulum’un Farsça muhtasar tercümesini Süleyman Paşa adına yazdı.

2.Süleyman Paşa’nın kardeşi Yakup Beyin oğlu Adil Beyin oğlu Celaleddin Bayezid(Kötürüm Bayezid) adına h.763/m.1361’de tercüme edilen 3000 küsur beyitli Kastamonulu Şazi’ye ait Maktel-i Hüseyin Mesnevisi.Bu eser,bilinen ilk müstakil Maktel-i Hüseyn’dir.

3-İsendiyar Beyin oğlu İbrahim Beyin çocukluğunda okuması için Cevahiru’l-esdaf adında Türkçe bir Kr’an tefsiri.Bu tefsirin,dil çalışmaları bakımından da önemi büyüktür.

4-İsfendiyar Beyin oğlu Hızır Çelebi adına Mi’racname.

5-Kasım Bey adına Hülasatü’ttıp.

6-İsmail Beyin emriyle kaleme alınan kıraat-ı seb’aya dair Risale-i Münciye

7-İsmail Bey adına tasavvuftan Miyaru’l-ahyar ve’l-eşrar ismiyle Yunus b.Halil tarafından telif olunan eser.

8-İsmail Bey namına Sinoplu Halil oğlu Mü’min’in Kaleme aldığı göz hastalıklarına dairMiftahu’n-nur ve Haza’inü’s-sürür isimli eser.

9-Bayezıd oğlu İsfendiyar Bey adına yazılmış,yazarı mechul bir Tezkiretü’l-evliya.Nüshasının Raif Yelkenci’de olduğuna dair A.Sırrı levend’in Türk Edebiyatı Tarihi adlı eserin 440’ıncı sayfasında bilgi vardır.

10-İsmail Beyin bizzat kaleme adlığı İsmail Hukuku,Hanei fıkhının fürundan Türkçe Hulviyyat-ı Sultani adlı hacimli bir eser.

 

 

Candaroğulları zamanında taş oymacılığı ve işçiliğinden başka ağaç oymacılığına dair fevkalade eserler de vardır.Bu oymalar, XIV.yüzyılın sonları ile XV.yüzyıl başlarındaki eserlerin en nefislerindendir.

 

Telif ve tercüme olunan bu eserler içinde bir tanesi vardır ki, hem muhteva bakımından hem de yazarının bir bey olması bakımından üzerinde durulmaya fazlasıyla değer.Söz konusu eser kaynaklarda ‘’Hulviyyat-ı Sultani’’,’’Hulviyyat-ı Şahi’’ veya sadece ‘’Hulviyyat’’ adıyla geçen,İslam Hukuku’nun Hanefi fıkhı füru etrafında yazılmış 152 adet fetvayı ihtiva eden ‘’Mecmu’a-i Fetava’’ veya ‘’Sefine-i Fetava’’ da deyebileceğimiz derleme bir eserdir.Bilindiği üzere fetvalar devirlerinin sosyal hususiyetlerinin tedkikinde  de kaynaklık eder.

İsmail Bey maddi ve fikri imarı aynı paralelde yürütebilmiş ve her iki imarda da, dönemin içinde,zirvede aktivitesini sürdürebilmiş biridir.Evvelemirde kuvvetli bir ordu teşkili cihetine gitmiş,zamanının en iyisi silahları ile mücehhez bir ordu kurmuştur.Silah tutan herkes savaşa hazır biz vaziyette ,hazar da olsa,10 000 kişilik bir ordu her an hazır durumda idi.Deniz kuvvetlerini babası ve dedesi zamanından daha ileri düzeylere götürdü.Filo  teşkilinde rakibi görülmemiştir.900 tonilatoluk harp gemileri ile muhtelif çapta toplarla techiz edilmiştir.Sinp,devrinin en müstahkem bir kalesi olmuş,aşılmaz ve geçilmez bir duruma getirilmiştir.Kalede 400 top ve 2 000 muallim topcu  bulundurulduğu mevsuktur.Bu faaliyetlerlere paralel olarak imar ve inşaat  faaliyetlerine de hız vermiştir.kurduğu müesseselerin en mühimleri şunlardır;

 

1.Kastamonu’da ‘’Küçük imaret’’denilen cami ,medrese,kütüphane ve imaret.Bu eserini 858/14454’de yaptırmış ve 861/1456’da vakfıyesini tertip ve tanzim etmiştir.

2.Kastamonu’da bir kervansaray.

3.Sinop’ta Demirli Mescid karşısında çeşme ve bir tesis.

4.Araç’ta han ve çeşme

5.Araç’ın Boyalı ve Küre-i  Hadid köylerindeki camiler

6.Bakır Küresi’nde hamam

7.Taşköprü’nün Gökçe Nahiyesi merkezinde kervansaray

8.Kastamonu,Göl Nahiyesi’nin Kemah köyünde cami

9.Göl Nahiyesi’nin Kavaklı köyünde cami ve çeşme

10.Devrakani ilçesi merkezinde hamam

11.Aynı ilçenin Çayırcık köyünde mescid

12.Araç ilçesinin Oyacalı köyünde bir han

13.SU tesisatına verdiği çok büyük önem ve meydana getirdiği eserler

14.Filibe’nin 10 km.cenubunde Markova köyünde İsmail Bey Cami.

 

Şimdi İsmail Beyin Hulviyyat-ı Sultani adlı hacimli eserinden söz edelim.Hulviyyat,yukarıda da arz edildiği gibi bir fetva mecmuasıdır.Hanefi fıkhının füruna dair 1525 fetvayı 77 bab üzere derleyip adını ‘’Hulviyyat’’koymuştur.Kendisi sultan olduğu için de ‘Hulviyyat-ı Sultani’’veya ‘’Hulviyyat-ı Şahi’’ diye şöhret bulmuştr.Nüshaların bazılarında bab ve fetva adedinde farklılıklar ve atlamalar bulunmaktadır.

 

‘’Hulviyyat’’kelime anlamı olarak ‘’Tatlılar’’ demektir.İsmail beyin kitabına bu isim koyması tesadüfi olamaz.Yukarıda da arz ettiğimiz üzere maddi imarın yanında fikir imarına da büyük kıymet veren İsmail Bey,alim biri olarak,ilimler tasnifinde uğraştığı sahanın derece ve kıymetini son derece müdrikti.Sultan olarak da tebasının,her şeyden önce Allah huzurundaki sorumluluklarını ve düçar olacakları tehlikeleri biliyor ve onların manevi veballerden kurtulmaları için bizzat kendisini sorumlu hissediyordu.Bunun  yolu,insanların her türlü tehlikeden kurtaracak bir yolun tayini ve hayat tarzının çizilmesi idi.Hz. Peygamber ‘in ve onun yolundan kıl  payı ayrılmayan gerçek ilim öncülerinden koydukları prensipler,fıkhı hükümler,bunu temin edecekti.Kısaca iman edenler bu dünyada yaşarken yaşamanın manev zevkine erecekler,hayatlarında huzur bulacaklar ve kaçınılmaz olan öbür dünyaya ait yatırımların da bu dünyada iken yapacaklardı.Hayatın bundan daha tatlı yönü ne olabilirdi?Bu düşüncelerle İsmail Bey,eserine ‘Tatlılar’’ anlamına gelen ‘’Hulviyyat’’ demiştir.Bu düşüncelerle İsmail Bey,eserine Türk Edebiyatı Tarihinde kitap adı olarak ‘’Hulviyyat’’ tabirini kullanan ilk yazar İsmail Beydir.Böylece yazarımız eser adlandırma işinde bir çığırın da sahibidir.Hulviyyat’ta ,inanmış birinin günlük hayatını yaşarken bilhassa ibadetlerle ilgili konularda karşılaşabileceği yazılmış,bazı bablar fasıllara ayrılmıştır.

Hazırlayan: Elif BÜYÜKÇERÇİ

 
  Copyright@ by Şenol SUSOY  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol